HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

24 Ağustos 2021 Haftalık Değerlendirme Toplantısı

-AŞI TARTIŞMALARI VE PCR ZORUNLULUĞU GENELGESİ -28 ŞUBAT DARBECİLERİNE TUTUKLAMA KARARI -İZMİR’DE TESETTÜRE YÖNELİK HAKARET EYLEMİ

AŞI TARTIŞMALARI VE PCR ZORUNLULUĞU GENELGESİ

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

Bu hafta toplantımıza gündemi oldukça meşgul eden aşı tartışmaları ile başlamak istiyorum. Malumunuz birçok alanda toplumda siyasi bir ayrışma olduğu gibi aşı konusunda da bir ayrışma ve kutuplaşma söz konusu. Toplum yine ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta aşının virüsten korumadığını bu yüzden aşı olmadıklarını söyleyenler diğer tarafta aşının virüsten koruduğunu ve bu yüzden aşı olduklarını söyleyenler…

Aşı olanların mevcut durumda bir itirazı olmadığı için burada üzerinde durulması gereken, aşı olmayanların dile getirdikleri endişelerdir. İnsanlar neden aşı olmak istemez? Neden aşıya güvenmez? Neden bu konuda azımsanmayacak kadar ciddi bir karşıtlık var? Tüm bu soruların tek bir cevabı var aslında, küresel kapitalist sisteme ve onların güdümünde olan iktidarlara güvensizlik. Türkiye’de iktidarların güven vermediği ülkelerin başında geliyor ne yazık ki. Özellikle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Bilim Kurulu’nun yapmış olduğu kafa karıştırıcı açıklamalar toplumda aşı hakkında şüphelerin oluşmasına sebebiyet veriyor. Hatırlarsanız Sağlık bakanı Fahrettin Koca yakın zaman önce yaptığı açıklamada aşıların iki yöntemle üretildiğini, inaktif yöntemle üretilen aşıların daha güvenilir olduğunu, bu aşıların uzun vadeli sonuçlarını bildiklerini söylemişti. mRNA adı verilen virüsün genetik yoluyla geliştirilen aşıların ise kısa vadede iyi sonuç verdiğini, fakat orta ve uzun vadede nasıl bir etkisinin olacağının bilinmediğini söylemişti. Şimdi ise hem sağlık bakanlığı hem de bilim kurulu üyeleri inaktif aşıların yetersiz olduğunu virüse karşı en etkin korumanın mrna aşıları olduğunu söylüyorlar. Bu nasıl bir çelişki, bu nasıl bir pişkinlik, bu nasıl bir vurdumduymazlıktır. Kendilerinin dahi sonuçlarını bilmedikleri aşılara toplumun sorgusuz sualsiz güvenmesini istiyorlar.

Kıymetli Müslümanlar

İnsanlar bu aşılara başka ne için güvenmiyor biliyor musunuz? Şu anda uygulanmak istenen aşının ruhsatı yok. Türkiye bu aşıyı ABD Gıda ve İlaç Dairesi’nin verdiği acil kullanım onayını baz alarak uyguluyor. Çünkü bu aşının faz çalışmaları tamamlanmamış. Çünkü aşıyı üreten firma herhangi bir sorumluluk almayı kabul etmiyor. Çünkü bu aşı virüsün bulaşmasını engellemiyor. Çünkü bu aşı maske ve mesafeyi ortadan kaldırmıyor. Ayrıca aşı olunsa bile belli bir süre sonra antikor seviyesi düştüğü için bir müddet sonra tekrar aşı yaptırmak gerekecek, bu da üreticilere yani aşı şirketlerine “abone” olunmasını sağlayacak. Böylece insanlar aşıya bağımlı hale getirilecek. 1. Doz 2. Doz 3. Doz derken nerede biteceği bilinmeyen bir aşı serüveni var karşımızda. Kapitalist şirketler servetine servet katacak. Toplum ise acaba sağılığımı koruyabilecek miyim endişesi ile yaşamaya devam edecek.

Peki bunca belirsizlik ve çelişkinin olduğu bir konuda iktidarın yapması gereken, adam akıllı doyurucu bir açıklama ile insanları rahatlatmak değil midir? Somut hissedilir bilimsel veriler ortaya koymak değil midir? Lakin iktidar böyle bir açıklama yapma zahmetinde bulunmuyor. Aksine aşıyı zorunlu hale getirmek için genelge yayınlıyor. Bildiğiniz gibi 19 Ağustos’ta toplanan Cumhurbaşkanlığı kabinesinin ardından İçişleri bakanlığı “Bazı Faaliyetler İçin PCR Testi Zorunluluğu” başlıklı bir genelge yayınlanarak 81 ilin valiliğine gönderdi. Genelgeye göre aşı olmayanlar 6 Eylül tarihinden itibaren şehirlerarası otobüs, tren ve uçaklara binemeyecek, sinema tiyatro vb. toplu etkinliklere katılamayacak. Ya da haftada iki gün negatif olduğuna dair PCR testi getirecek. Yani ya ne olduğu belli olmayan bir aşıyı zorla vurulacaksınız, ya da işi gücü bırakıp haftada iki gün PCR testi yaptıracaksınız diyorlar. İşte özgürlük ve insan haklarından dem vuran demokrasinin insanlara vadettiği hayat!

Şimdi buradan yöneticilere seslenmek istiyorum: 6 ay sonra aşı olanlar dahi aşısız sayılıyorken neyin zorlamasını yapıyorsunuz? Aşılı olanlar ve aşısızlar diye toplumu niçin ayrıştırıyorsunuz. Gece gündüz övüp durduğunuz demokrasi insanlara aşı olma ya da olmama konusunda özgürlük! verirken, insanların aşı olmama isteğine niçin saygı göstermiyorsunuz? PCR testini veya aşı olma zorunluluğunu kendi halkınıza dayatıp bu zulmü reva görürken, Türkiye’ye gelen turistleri bu zorunluluktan muaf tutmanız ikiyüzlülük değil mi? Yoksa sizin için turistlerin getireceği dolarlar kendi halkınızdan daha mı değerli? Bir taraftan aşı vurulmak mecburi değil, gönüllülük esas diyeceksiniz. Diğer taraftan toplumun içine yuvalanmış meslek grupları başta olmak üzere genelgelerle insanları “ya aş, ya aşı” seçimine zorlayacaksınız!

Aslında sizlerde hakikatin farkındasınız. Her konuda toplumu manipüle ettiğiniz gibi aşı konuşunda da toplumu manipüle etme konusunda epey mahirsiniz. Fakat artık bu toplum size ve sisteminize güvenmiyor. Bu toplum artık demokrasiye güvenmiyor. Bu toplum artık Kapitalizme güvenmiyor. İnsanlar, insan sağlığını hiçe sayan, hiçbir değer vermeyen bilakis insan sağlığı konusunda sabıkalı olan ve her şeyi para olarak gören Kapitalist ilaç şirketlerine de güvenmiyor. Bu toplum asıl sorunun kapitalizm sorunu olduğunu asıl virüsün nesli ve ekini ifsat eden laik kapitalist sistem olduğunu artık görüyor. Ve bu toplum insanları aldatmayı haram kabul eden İslam nizamına ihtiyaç duyuyor.

28 ŞUBAT DARBECİLERİNE TUTUKLAMA KARARI

28 Şubat post modern darbesinin üzerinden tam 24 yıl geçti. Ancak hala izleri silinmiş değil. Kimileri mağdur olarak bu süreyi cezaevinde geçirdi, kimileri de fail olarak tatil beldelerindeki villalarında. Darbe mağduru birçok Müslüman cezaevinde hayatını kaybetti. Sırf Rabbimiz Allah’tır dedikleri için darbecilerin zulmüne maruz kalan yaklaşık 400 Müslüman ise hukuksuz bir şeklide ceza evinde tutulmaya devam ediyor. 28 Şubat darbecileri o dönemde sömürgeci efendilerinin kılıcını sallayarak başta başörtüsü olmak üzere İslam’ın tüm şiarlarına saldırdılar. Batı Çalışma Grubunu kurarak Müslümanları fişleyip İslami kimliklerinden dolayı cezalandırdılar. Medya ve iş dünyasındaki yandaşlarıyla birlikte Müslümanlara alçakça hakaretler ettiler. Ülkenin servetlerini talan edip ekonomik enkazı Müslümanların sırtına yüklediler. İslam ümmetinin en büyük ideali olan “İslam ile yönetme” düşüncesine karşı, topyekûn savaş başlattılar ve bu savaşın bin yıl süreceğini söylediler.

Evet. Kıymetli Müslümanlar!

Tüm bu suçların faili olan darbeci generaller tam 24 yıl boyunca ellerini kollarını sallayarak gezdiler. Bu 24 yılın 20 yılı Ak parti iktidarı zamanında geçti. Her yıl 28 Şubat’ı anma programı düzenleyen iktidar partisi mağdur ailelerin ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı onca çağrıyı duymazdan ve görmezden geldi. Cezaevinde ölüme mahkum edilen Müslümanları kurtarmak için adım atmadı. Yıllar sonra yapılan yargılamada ise adeta ödül gibi bir ceza ile darbeciler bodrumdaki villalarında ev hapsine alındılar. İktidarın Müslümanlar nezdindeki itibarını yitirmeye başlamasından mıdır, yoksa yargıçların hukuku hatırladığından mıdır bilinmez, 28 Şubat darbecileri hakkında müebbet hapis cezası verildi. Geçtiğimiz günlerde aralarında Çevik Bir ve Çetin Doğan’ında olduğu 14 sanık Yargıtay’ın haklarındaki cezayı onamasının ardından tutuklanmaya başladılar. 24 yıl aradan sonra verilen bu cezalar Müslümanları bir nebze olsun sevindirse de adalet yerini bulmuş değildir.

Ey Yöneticiler! 24 yıl sonra konjonktür gereği darbecileri cezalandırarak 28 Şubat’ın yükünü üzerinizden attığınızı sanmayın. Hali hazırda cezaevinde bulunan yüzlerce Müslümanın, yüzlerce gözü yaşlı ailenin vebali hala boynunuzdadır. Sadece 28 Şubat değil diğer tüm İslami davalardan haksız yere ceza verilen Müslümanların vebali de aynı şekilde sizinledir. Hizb-ut Tahrirli onlarca Müslüman bugün sizin iktidarınızda sadece fikirlerinden dolayı mahkum ediliyor. İslam’ın en büyük farzı olan hilafeti istedikleri için yargı zulmüne maruz kalıyorlar. Sizler içi boş yargı reformlarıyla Müslümanları oyalarken, bazı yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesinin Hizb-ut Tahrir hakkında verdiği hak ihlali kararlarını umursamıyor. Velhasıl 28 Şubat bitmiş olsa da zihniyeti ve uygulamaları ne yazık ki devam ediyor. Allah’ın adaleti ise er ya da geç mutlaka tecelli edecektir. Zira zaman değişir şartlar değişir, zalim ve mazlum değişir fakat Sünnetullah asla değişmez!

İZMİR’DE TESETTÜRE YÖNELİK HAKARET EYLEMİ

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

Malumunuz geçtiğimiz hafta Taliban’ın Afganistan üzerindeki hakimiyeti ve yansımaları üzerine konuşmuştuk. Türkiye’de bazı kesimlerin hazımsızlığını, Taliban üzerinden İslam’a ve İslam’ın değerlerine hakaretler yağdırdığından bahsedip gerekli cevabı kendilerine vermiştik. Ancak yaklaşık 100 yıldır uygulanan laiklik öylesine derin yaralar açmış vaziyette ki her gün bir yara ile karşı karşıya kalıyoruz. Son olarak İzmir’de bir grup “kadın” İzmir sokaklarına çıktı ve küçücük akıllarınca bir gösteri düzenledi. Çıplaklığı ilericilik zanneden bu zavallı grup Cilbab giyen Müslüman kadınları “köle” olarak lanse etmek için üzerlerine giydikleri cilbabları sözde Afganistan’daki kadınlara özgürlük istediklerini söyleyerek çıkarıp yere attılar.

Kıymetli Müslümanlar, Sayın Basın Mensupları

Akıl, Allah’ın sadece insanlara verdiği büyük bir nimettir. İnsan bu nimeti doğru kullandığında tüm yaratıkların en üstünü olurken bu nimeti şeytanla işbirliği yaparak kullandığında yaratıkların en aşağısı konumuna düşmektedir. İzmir’de Allah’ın emri ve İslam’ın şiarı olan cilbabı çıkartıp atanlara gelince;

Hani düşman İzmir’den denize dökülmüştü? Sizin topraklarımızı işgal eden, Müslüman kadınlarımızın başörtüsüne el uzatan düşmanlarımızdan ne farkınız var? Onlar kafirdi ve bizi yani Müslümanları düşman olarak görüyordu. İlk fırsatta topraklarımızı işgal ettiler, kanımızı döktüler, değerlerimize saldırdılar! Böylece düşmanlıklarını açık bir şekilde beyan ettiler. Ya siz? Siz neyin düşmanlığını yapıyorsunuz? Şayet doğrularınız ve yanlışlarınız topraklarımızı işgal eden düşmanın doğruları ve yanlışları olduysa, güzel ve çirkini belirlerken düşmanın güzel dediğine güzel, çirkin dediğine çirkin diyorsanız sizin onlardan ne farkınız kaldı?  Hiç bir farkınız kalmadı hatta ve hatta onlardan daha aşağılık bir duruma düştünüz. Siz mankurtlaştınız!

Cengiz Aytmatov’un o meşhur hikayesi tam da sizi anlatıyor. Mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür. Artık onun hayattaki tek ideali tek düşüncesi efendisi gibi olmaktır. Bu mankurtlardan birinin annesi oğlunu bozkırda bulur ve kurtarmak ister. Ama mankurt onu tanımaz. Annesi ne kadar kendisini tanıtmaya kimliğini hatırlatmaya çalışsa da işe yaramaz. Mankurtun efendisi gelir ve annesinin düşman olduğunu söyler. Mankurt tereddüt etmeden okunu çeker ve kendisini kurtarmak isteyen annesini öldürür. İşte sizin yaptığınız da bu! Sizi kapitalizmin köleliğinden kurtarmak için çalışanları düşman olarak görüyorsunuz! Size hayat verecek olan, sizi kula kulluktan kurtaracak olan islama, cilbaba, başörtüsüne düşmanlık besliyorsunuz.

Kuşkusuz, Allah ve Rasulunun doğru dediğine doğru yanlış dediğine yanlış diyen her kim ise izzet ve şeref onun yanındadır. Sömürgeci kafirlerin güzel gördüklerini güzel, çirkin gördüklerine çirkin diyen her kim ise izzet ve şeref ondan fersah fersah uzaktır. Tıpkı İzmir’deki o bir avuç akılsız kadın gibi…

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

Hilafet yıkıldıktan sonra bilindiği üzere laiklik bu topraklara hakim oldu. laiklik Allah’ın hükümlerinin yani İslam’ın yeryüzünden kaldırılmasıdır. Laiklik, İslami kimliği ve Müslüman şahsiyetini yavaş yavaş eriten bir zehirdir. Geldiğimiz noktada ahlaksızlığın toplumsal olarak normalleşmesinin tek sebebi kuşkusuz İslam’ın hayattan uzaklaştırılmasıdır. Öyleyse bu ahlaksızlığa, bu kimliksizliğe karşı tek İslami hayatın yeniden başlatılmasıdır. İslami hayatı başlatacak tek güç ise Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Raşidi Hilafet Devletidir.

24 Ağustos 2021

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.