HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

KİM ADALET İSTİYORSA O İSLAM’DADIR. KİM REFAH İSTİYORSA ALLAH’IN LÜTFU GENİŞTİR

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar, gündeme ilişkin açıklamalarda bulunuyor. - EKONOMİ VE YARGI REFORMU NE ANLAM İFADE EDİYOR - ERDOĞAN’IN YENİ AVRUPA BİRLİĞİ AÇILIMI - YENİ KORONAVİRÜS TEDBİRLERİ - ÖĞRETMEN VE ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜN ÖNEMİ

Haftalık Değerlendirme Toplantısı

KİM ADALET İSTİYORSA O İSLAM’DADIR. KİM REFAH İSTİYORSA ALLAH’IN LÜTFU GENİŞTİR

Bu hafta gündem değerlendirme toplantımız yine yoğun, zira Türkiye’nin gündemi çok yoğun. Bu yoğunluk ne kadar suni ne kadar gerçekçi, bunu değerlendirmemizde göreceksiniz. İktidarın yargı ve ekonomideki reform vaatleri konuşuluyor, bu vaatler içi boş vaatler mi, amaç gündem değiştirmek halkı oyalamak mı, yoksa bu vaatler 2023’ün sancısı mı, değerlendireceğiz. ABD’deki Başkanlık seçimleri sonrası iktidar ve muhalefet Avrupa ve Amerika’ya mesajlar gönderdiler biliyorsunuz bunu da konuşacağız. Yine bu hafta pandemi ile mücadele sürecinde hayata geçirilen yeni kararları ele alacağız ve öğretmenler günü münasebetiyle eğitim ve öğretime dair bazı notlar düşeceğiz inşallah…

Kıymetli Müslümanlar!

Biliyorsunuz kısa bir süre önce ani bir kararla Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alınmış ve Naci Ağbal yeni başkan olarak atanmıştı. Ardından Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak istifa etmişti ve Lütfü Elvan yeni bakan olarak atanmıştı. Bu değişimlerden hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan parti grup toplantısında hukuk ve ekonomide reformlar için seferberlik başlatacaklarını duyurmuştu. Peşinden Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ile Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan, yapılacak yeni reformları görüşmek ve toplumsal bir uzlaşı görünümü vermek için bankaları, patronlar kulübünü ve STK’ları birlikte ziyaret edeceklerini açıkladılar. Bu konuda en somut açıklamaları Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı. Cumhurbaşkanı “Yeni yargı paketleriyle ilgili hazırlıkların sürdüğünü ve en kısa sürede Meclis gündemine getirileceğini” ifade etti.

Kıymetli Müslümanlar!

Yargı reformu, yeni ekonomik paket ve ekonomi reformu gibi kavramları son yıllarda sıkça duyuyoruz. İktidar ne zaman bir yargı reformu yaptıysa yargının gerçekten mağdur ettiği insanlar hiçbir zaman reform kapsamına sokulmadılar. Mafya ve çete liderleri, gaspçılar, hırsızlar, soyguncular, katiller serbest kaldı ama erken yaşta evlilik mağdurlarının mağduriyeti giderilmedi. Ekonomi ne zaman daralsa hemen yeni bir reform paketi ile karşı karşıya kalıyoruz. Böylece vatandaşa hayat pahalılığını unutturuyorlar, doların yükselişin önemli olmadığını telkin ediyorlar. Bunlar önemli değil siz yeni ekonomi paketinde neler var buraya bakın diyorlar.

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

Türkiye’nin yargı reformuna ihtiyacı yok, çünkü zaten iktidar geçen 18 yılda kâğıt üzerinde bu reformları gerçekleştirdi. Yani kanunları incelerseniz Türkiye tam bir özgürlükler ülkesi… Kim için peki? Cinsiyet eşitliğini savunan sapıklar için Türkiye özgürlükler ülkesi, LGBT’liler için de öyle… Müslümanlar için öyle mi peki? Yargıçlar ya laik cumhuriyeti korumak adına ya da iktidara yaranmak adına yazılı kanunları hiçe sayıyorlar. İşte size Hizb-ut Tahrir davaları! Cebir yok şiddet yok! Sadece fikri ve siyasi çalışma var. Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde Hizb-ut Tahrir lehine onca hak ihlali kararı var.  Ama yerel mahkemeler ve Yargıtay Hizb-ut Tahrir üyelerini tutuklayıp ceza vermeye devam ediyorlar. Peki, o halde hem ekonomi hem de yargı da böyle bir değişim ve reform söylemine neden ihtiyaç duyuldu?

 

Her hafta ekonomi şahlanıyor deniyordu değil mi? Türkiye’de hukuk ve adaletin tecelli ettiği konusunda sürekli beyanatlar yapılıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmalarında Halife Ömer’den örnekler verip mangalda kül bırakmıyordu. Demek ki söylenen ile yaşanan, yasalar ile uygulamalar aynı değilmiş, demek ki mızrak çuvala sığmamış ki daha büyük bir çuvala ihtiyaç duyuldu. Toplumun her kesiminden insanlar hukuk ve adalete olan güvenlerini kaybettiklerini dillendirmeye başladılar. Ekonomi damat efendinin sunumlarındaki yukarı doğru yükselen grafiğin aksine dibe vurdu. Bunu insanlar, pazarda, çarşıda, markette, faturada bizatihi hissettiler. Artık çarklar dönmemeye başladı ve güven kayboldu. Cumhurbaşkanı ve Bakanların sözlerine itibar edilmez oldu. Piyasaları kontrol eden para sahipleri boş koltuğa dolu koltuktan daha fazla itibar gösterdiler. Türk Lirası karşısında döviz düştü, zira faizlerin yükselmesini istiyorlardı. Merkez Bankası ilk önce onların isteğini gerçekleştirdi ve faizleri %15’e çıkardı. Çıkardı çıkarmasına da bu zaman dilimine kadar üstü örtülü bir devalüasyon yaşandı. Türk Lirası nerdeyse %50 değer kaybına uğradı, vatandaşın cebindeki paranın yarısı tekelcilere teslim edildi. Bütün bu yaşananlardan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün önce çıkıp “faiz iş adamlarını iflasa sürüklüyor” dedi. Merkez Bankası aynı gün faiz artırımı yapınca ertesi gün çıkıp “gerekirse acı ilaç içeceğiz” diyebildi.

Kıymetli Müslümanlar!

Faiz zehrine acı ilaç diyen bir zihniyet çıkarcı bir zihniyettir. Faizden şifa bekleyen zihniyet Allah’tan korkmayan bir zihniyettir. Meydanlarda, kürsülerde faize cephe aldığını haykırdıktan sonra faizden medet umanlar kapitalizme teslim olmuşlar demektir. Şimdi söyleyin bakalım bu acı ilacın reçetesini kim yazdı? İktidarınızı çepeçevre kuşatmış koltuğunuzu varlıklarına dayadığınız kapitalist, tekelci sermaye grupları mı yazdı. Peki ya, bu acı ilacın faturasını kim ödeyecek? Vatandaş ödeyecek, halk ödeyecek. Siz dertlere deva olmayacak bu ilacın faturasını halka keseceksiniz. Çünkü siz yalancısınız, siz çıkarcısınız… Siz koltuğu kaptırmamak için herkesi ama herkesi aldatabilecek, kandırabilecek bir zihniyete sahipsiniz. İstişare masanızda oturan, güya halkın meseleleri için görüşüne başvurduğunuz, kendisine danıştığınız o arkadaşlarınız var ya, sizin kadar onların da vebali çok büyük çok… Siz milyonlarca Müslümanın desteğini arkanıza aldınız ama bu gücü sadece ve sadece o koltukta oturmak için kullandınız. Bu gücü Allah’ı razı etme yolunda kullanmadınız. Adalet dediniz ama AB yasalarına sarıldınız. “Şeriatla hükmolunsun, isterse kıyamet kopsun” diyemediniz. İslam dediniz, ümmet dediniz ama demokrasiye laikliğe çağırdınız. “Hilafet kurulsun, kurulsun da tüm sömürgeci kâfirler kahrolsun” diyerek yumruğunuzu masaya vuramadınız.

Kıymetli Müslümanlar!

Sakın bu liderlerin boş sözlerine, reform vaatlerine bakarak umutlanmayın, bunlara aldanmayın. Bu ittifakın bir ortağının ağzı faşizm kokuyor, dili racon kesiyor, elinden kan damlıyor. Diğeri ise yalana hiç ama hiç doymuyor. Sizi kurtuluşa götürecek olan liderlik bunlarda yok, sizi felaha kavuşturacak reçete bunlarda yok. Bunlar para babalarına, sermayedarlara, ihalecilere, bankalara ve tefecilere refah vadediyorlar. Bunların adalet dedikleri şey mülkün temeli olan adalet değil, bunların adaleti para ile alınıp satılan bir şey. Kim adalet istiyorsa bilsin ki adalet İslam’dadır. İslam refah, bolluk ve bereket istiyorsa bilsin Allah’ın lütfu ve İslam’ın zenginliği geniştir. Kim de batılda adalet arıyorsa bilsin ki batıl zulümdür ve zulmedenler elbet bir gün yıkılacaktır!

NE ABD NE DE AVRUPA BİRLİĞİ, TÜRKİYE’NİN YERİ İSLAM ÜMMETİNİN LİDERLİĞİDİR

Türkiye’de hâkim olan çıkarcılık üzerine kurulu demokratik siyaset, akılları dümura uğratmaya devam ediyor! Bu siyasetin günümüzdeki temsilcisi, Kemalist Cumhuriyetin zulmünden kurtulma umuduyla Müslümanların iktidara taşıdıkları Ak Parti’dir. Bu öyle bir siyaset ki, Erdoğan gibi liderler bu siyaset içinde koltuk uğruna önce İslami değerleri istismar ettiler, İslam ile siyaset yapıp oy topladılar.  Sonra da iktidara geldiklerinde söylediklerini unutup, hakkı değil batılı savundular. Dolayısıyla günlük hatta saatlik menfaatlere endeksli bir siyasi ortam oluşturdular. eticede eski siyasetçilerden miras kalan “dün dündür, bugün bugündür” denilen ilkesiz o anlayış siyasetin metodu haline geldi. Bu anlayış artık bugün, İslami kimliğimizi, Müslümanların şahsiyetini tehdit eder oldu. Çünkü bu ucuz, bu menfaatçi anlayış yüzünden yöneticileri muhasebe etmek ve Müslümanlar arasında nasihatleşmek değersiz ve kıymetsiz görülmeye başlandı.

Şimdi siz diyorsunuz ki ne diyorsunuz, sözü nereye getireceksiniz, meseleyi nereye bağlayacaksınız? Meseleyi tabi ki bugün ki siyasetçilere bağlayacağım.  Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirilen AK Parti İl Kongrelerinde bir şey söyledi.

Ne dedi? Türkiye olarak kendilerini başka yerlerde değil Avrupa’da gördüklerini ve geleceği Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ettiklerini söyledi. Evet, yanlış duymadınız! Cumhurbaşkanı Erdoğan 57 yıldır Türkiye’yi kapısında bekleten haçlı zihniyetiyle şer ittifakı olan Avrupa ile gelecek kurmayı amaçlıyormuş. İnsan gerçekten hayret ediyor. Yahu daha aylar öncesine kadar, bu Avrupa Birliği haçlı birliği değil miydi? Daha bir ay önce bu Avrupa için “Nazi’nin zincir halkalarını oluşturan ülkeler” diyen siz değil miydiniz? “Avrupa ülkeleri gerçek manada faşist ülkeler” diyen siz değil miydiniz? Hayırdır cumhur ittifakı size faşist olmayı damı sevdirmeye başladı? Siz bu sözleri söyleyeli daha 1 ay oldu Sayın Erdoğan! Bu nasıl bir fırdöndü böyle Allah Aşkına… 1 ay önce İbn. Haldun Üniversitesi’nde yaptığınız konuşmada “fikri buhran içinde olduğunuzu” söyleyen siz değil miydiniz? İçinde olduğunuz buhrandan sizi Avrupa mı çıkaracak yoksa? Avrupa mı sizi geleceğe taşıyacak? Avrupa sizi taşısa taşısa o buhranın içinde daha derin, daha karanlık dehlizlere taşır!

Şimdi size soruyorum!

Bu birlikte gelecek kurmayı tasavvur ettiğiniz Avrupa, Kur’an’ı Kerim’i yakıp, Peygamberimize hakaret eden Avrupa değil miydi? Kendinizi başka yerlerde değil de içinde gördüğünüz bu Avrupa, İslam beldelerini işgal edip sömüren Avrupa değil miydi? Bu Avrupa camilerimizi postallarıyla çiğneyerek Müslümanları sindirmeye çalışan Avrupa değil miydi? Sizin deyiminizle ekonomimize saldıran, darbecileri ve teröristleri destekleyip barındıran Avrupa değil miydi bu Avrupa, hele bi söyleyin? Bu nasıl bir çelişki, nasıl bir garabet, bu nasıl bir dibe vuruştur Allah aşkına. Dün başkasınız bugün bambaşkasınız, dönüş hızınıza kimse yetişemiyor. Sizin derdiniz fikri iktidar olmak mı, yoksa ne olursa olsun sadece iktidar olmak mı? Allah’tan korkun! Kendinizden ve Müslümanlardan utanın. Batılı kâfirleri dost edinerek kuvvet ve izzet bulacağınıza inanıyorsanız büyük bir gaflet ve cehalet içindesiniz. Zira dinlerine girmediğiniz sürece kâfirler sizden asla razı olmazlar.

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:

“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: "Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur." Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” (Bakara 120)

Allah’ın sözünden daha güzel sözlü, daha doğru sözlü olan var mı Sayın Erdoğan! İşte bakın! Siz onlara güzellemeler yaparken onlar gelip Akdeniz’de geminize baskın yaptılar. Gemi kaptanını alıkoyup personellerini aşağıladılar. Siz onları dost edindiğiniz ve onların köhnemiş değerlerini benimsediğiniz sürece de aşağılamaya devam edecekler. Size de Batının kendi çıkarlarını korumak için inşa ettiği uluslararası hukuk zırvalarına sığınmak kalacak.

Kıymetli Müslümanlar!

Ak Parti’nin İslam’a ve Müslümanlara ihanet eden bu politikalarının diğer bir sebebi de adam gibi bir muhalefetin olmamasıdır. Hani “al birini vur ötekine” denir ya tam olarak öyle. Kimi Amerikancı başkanlık ister, kimi de İngilizci laiklik peşinde kişner… Bakın CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz iktidarı eleştirirken Amerika’dan yardım istiyor. Çeviköz, Amerikalı bir düşünce kuruluşunun panelinde yaptığı konuşmada "Joe Biden'dan beklentimiz, Türkiye için demokrasi ve özgürlüklere çok güçlü bir vurgu yapmasıdır” diyor. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun partisi olan CHP 100 yıla yakın İngilizlerden beslendi, İngilizlerin kölesi oldu. Şimdi baktı ki, İngilizler bizi iktidara daha taşıyamayacak bari Amerikalı demokratlara göz kırpalım da belki elimizden tutarlar. Bunlar batı aşığı, bunlar Amerika aşığı ruhunu köleleştirmiş siyasetçiler Kıymetli Müslümanlar… Bunlardan size fayda gelmez, bunlardan adalet beklenmez. Yüzünüzü İslam’a dönüm! Türkiye’nin yeri ne Amerikan müttefikliği, ne de Avrupa Birliğidir. Türkiye’nin yeri İslam ümmetinin liderliğidir. İşte Raşidi Hilafet devletini yeniden ikame ederek o liderliğe ulaşılır, o liderlik işte bu şekilde hak edilir.

 

HÜKÜMET TÜCCAR MANTIĞIYLA KORONAVİRÜS İLE MÜCADELE EDİYOR

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta gerçekleştirilen kabine toplantısından sonra koronavirüs İle mücadele kapsamında yeni tedbir ve kısıtlamaları açıkladı biliyorsunuz. Açıklamada bulundu bulunmasına da, insanların zihninde yasakların ne olduğu, kısıtlamaların neyi kapsadığı, kısıtlamaları kapsayacak saatlerin hangi saatler olduğu bir türlü netleşmedi. Çok bilinmeyenli bir denklem misali insanlar bu denklemi çözmek için uğraşıp durdular. İktidar virüsle mücadele adı altında yeni tedbirler aldı almasına da zaten kıt kanaat geçiren insanları daha da zor duruma düşürdü. İktidar; Türkiye’de yaşayan vatandaşa hafta sonları sokağa çıkma yasağı getirdi, ama turistleri bu yasaktan muaf tuttu. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki kendi vatandaşlarına yasak getiren bu iktidar başka ülkelerden gelen turistleri bundan muaf tutabiliyor.

Şimdi siz söyleyin! Bu yasaklar virüs ile mücadele için konulan yasaklar mı, yoksa Rusların, Almanların, İngilizlerin paraları için onlara bir kıyak mı? Yine aynı şekilde ekmeğini helal yoldan kazanmak isteyen esnafa kısıtlamalar getirildi içki satan tekel bayilerine bu yasak esnekleştirildi. Hükümet tam bir tüccar mantığıyla ve menfaatçi bir anlayışla yasakları uygulama yoluna gitmiş gözüküyor. Aslında bu garipsenecek bir durum değil Kıymetli Müslümanlar! Çünkü kapitalist sistem menfaat ve çıkar üzerine kurulu bir düzendir. Bu düzende insanın hiçbir kıymeti yoktur. Bu sistem de varsa yoksa her şey paradır.

Aslında Türkiye’nin korona virüsle ilgili mücadele de kendine ait bir stratejisi yok. Dikkat edilirse Avrupa bu konuda nasıl bir uygulama yapıyorsa Türkiye’de aynı uygulamaları takip ediyor. Turizm sezonunun başlamasıyla beraber başta Avrupa ve diğer ülkeler kısıtlamaları kaldırdı, Türkiye’de de aynı şekilde kısıtlamalar kaldırıldı. Turizm sezonunun sona ermesi ve Avrupa’nın yeniden bir takım kısıtlamalara gitmesiyle Türkiye hemen onların adımlarını takip etti. Şimdi kış turizminin başlamasına kadar önlemler sıkı tutulacak, kış turizmi başlayınca hemen gevşetilecek. Bu sebeple sadece Türkiye’de değil Avrupa ülkeleri de dâhil tüm dünyada covit 19 ile ilgili alınan tedbirleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Yani mesele insanların sağlığını korumak meselesi değil, mesele sağlık sistemlerinin yetersizliğini göstermemek ve mesele kapital düzenin devam etmesini sağlamak. Özellikle insanları virüsten koruyacak aşıların bulunduğu ile ilgili haberlerinin yayınlandığı bir zamanda vaka sayılarının artması çok da normal değil… Hâlbuki takip edilmesi gereken yol Avrupa’nın yolu olmamalıydı. Eğer iktidar daha virüs ilk başladığında gerekli, bakınız altını özellikle çiziyorum, gerekli olan sıkı tedbirleri almış olsaydı bu sorunu çözebilirdi. ncak tireni kaçırdı, virüs yayıldığı için şimdi de doğru, mantıklı bir mücadele yürütemiyor.

İktidar böyle tamam da muhalefet ne yapıyor dersiniz, muhalefet corona heykeli dikmekle meşgul. CHP’li Bakırköy Belediyesi güya sağlık çalışanlarına destek amacıyla ağzı maskeli bir heykel dikmiş. Heykelin açılış törenine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’da katılmış. Allah bunlara akıl fikir versin, bunlar halktan, halkın dertlerinden, sorunlarından ne kadar uzak. Sağlık çalışanları yoğun çalışma saatleri sebebiyle çocuklarını, ailelerini haftalardır aylardır göremiyorlar. CHP’liler sağlık çalışanları ziyaret etsin diye onların anısına korona heykeli dikiyorlar.

Kıymetli Müslümanlar ben size bir şey söyleyeyim mi?

Bu iktidar, dili olduğu halde insanlarla konuşarak, onlara doğruyu söyleyerek korona ile mücadeleyi yürütemiyor. Bu muhalefet ise koronavirüsü anlatsın diye taştan bir heykel yapmış, yetmemiş ağzına birde maske takmış…  Ne diyelim rabbim bizi, sizi bu partilere mahkûm etmesin.  İktidarıyla muhalefetiyle bu partilerin hepsinden yüz çevirmeyi Müslümanlara nasip etsin!

ORTADA NE BİR BAŞARI VAR NE DE BAŞARININ MİMARI BİR ÖĞRETMEN

Öğretmenler günü 1981 yılından bu yana 24 Kasım tarihinde kutlanmaktadır. Neden 24 Kasım dediğimizde yine tek adamı yüceltme girişimi karşımıza çıkıyor. Biliyor musunuz bilmiyorum ama Öğretmenler günü Mustafa Kemal’in başöğretmen olarak ilan edilmesinin resmileştiği tarihte kutlanıyor. Neyse Öğretmenler gününü kutlamak istiyorsanız kutlayın, buna bir itirazımız yok. İtirazımız, ikiyüzlülüğe, laik eğitim modeline, çağdaşlaşma adı altında dinsizleşmeye, bilim adı altında Darwin teorisinin öğretilmesine… 1921 yılında Ankara’da 250 öğretmen Maarif Kongresinde bir araya gelmişti. O kongrede konuşan M. Kemal öğretmenlere seslenmiş ve yabancı unsurlar ile mücadele etmeleri gerektiğini söylemişti. Çok geçmeden birkaç yıl sonra rüzgâr tersten esmeye başladı canla başla mücadele edilmesi gereken yabancı fikirler ulaşılması gereken idealler olarak göstermeye başladı. Çağdaşlaşma adı altında başlatılan yozlaştırmanın, kimliksizleştirmenin temelini kuşkusuz öğretmenler oluşturuyordu. Nitekim Mustafa Kemal, bu sefer şöyle diyordu: "Öğretmenler; Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır."

Yeni nesli yetiştirecek kadrolar elbette yoktu. Zira yeni bir nesil oluşturmak için toplumun var olan gelen kültürü yani İslam kültürü reddedilmişti, yok sayılmıştı. Yeni nesil baştan aşağı batı kültürüyle yetiştirilecekti. Bunun için Batı’dan çok sayıda eğitimci yüksek maaş ödenerek Türkiye’ye getirildi. Bu yabancılardan en önemli ve etkili olanı Amerikalı eğitimci John Dewey’dir. 2 ay Türkiye’de kalan Dewey 31 Temmuz 1924 yılında DarulFunun’da yani İstanbul üniversitesinde kendisini dinlemeye gelen öğrencilere şöyle demişti:  “Memleketinizde kız ve erkeklerin bir arada toplu halde bulundukları bir yerde bulunmaktan dolayı çok bahtiyarım” Yanlış duymadınız. John Dewey’i bahtiyar eden şey Müslüman evlatlarının kendilerine benzemiş olmasıdır.  İşte bu adamın yazdığı raporlar sunduğu öneriler neticesinde Milli Eğitim şekillendirilmiştir.

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları!

Geldiğimiz noktada son yüzyılda çağdaşlaşma hareketinin lokomotifi kuşkusuz öğretmenlerdir. Nihayetinde yeni nesil onlara emanet edilmiştir. Onlar da tarihine ve değerlerine düşman, halkını hakir gören ama kendisini de bir yere oturtamayan, kendisi için bir kimlik biçemeyen, karakteri olmayan, renksiz nesiller yetiştirmiştir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden meseleye baktığımızda öğretmenlerimiz oldukça başarılıdır. Hatta onlar dünyanın en başarılı öğretmenleridir.  İlim, icat, sanat ve edebiyat açısından baktığımızda ise tam bir felaketle, fiyaskoyla ve başarısızlıkla karşı karşıyayız. Elde kazanılan bir şey olmayınca uydurma zaferlerle, uydurma başarı öyküleriyle övünmek Laik Cumhuriyetin en önemli maharetlerindendir.

İşte Öğretmenler günü de bu minvalde başarısızlık öyküsünün üstü kapatılıp başarı gibi gösterilerek kutlanıyor. Ortada ne bir başarı vardır ne de başarının mimarı bir öğretmen! Ortada olan tek şey kocaman bir ihanet... Geçmişe, geleceğe, tarihe, şehit kanlarına, gazilerin yaralanmış bedenlerine, Çanakkale’ye, Kutulamare’ye, Mekke’ye, Medine’ye, Kudus’e, İslam ve Müslümanlara ihanet!

Kıymetli Müslümanlar!

Bizim başöğretmenimiz elbette ve elbette Allah’ın Rasulu Sallalahu Aleyhi ve Sellem’dir. Yine bizim başöğretmenimiz Mus’ab bin Umeyr’dir!  nların yetiştirdiği Müslümanlar dünyanın akışını değiştirmiş ve yenilmez denen imparatorlukları yerle yeksan etmişlerdir. Onların yetiştirdiği Müslümanlar İstanbul’u fethetmiştir! Ve Allah’ın izniyle onların yetiştirdiği Müslümanlar Raşid-i Hilafeti yeniden kurarak Roma’yı fethedeceklerdir. Mesele zaman meselesidir… Ve zaman hızlıca akmaktadır…

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.