MAHMUT KAR BBC TÜRKÇE'YE KONUŞTU

HABERLER

MAHMUT KAR BBC TÜRKÇE'YE KONUŞTU

BBC Türkçe Servisi Hizb-ut Tahrir ile ilgili detaylı bir dosya haber yaptı. Haberde, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar ile yapılan röportaja da yer verildi. Mahmut Kar, Türkiye’deki yasal süreç hakkında yaptığı açıklamalarda Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları değerlendirdi.

Çalışmalarına baktığımızda Hizb-ut Tahrir’in cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği, güncel anlamdaki hukuk devletini ve bireysel hak-özgürlükleri eleştirdiği görülüyor. Hizb-ut Tahrir bunların dışında bir yönetim anlayışına sahip. Bu yönetim anlayışınızı nasıl tarif edersiniz? Bunu “şeriat” kavramıyla mı tarif edersiniz yoksa başka kavram/larla mı?

Aslında biz yeni bir şey icat etmedik; marjinal bir şeyden de bahsetmedik. İslâm tarihinde daha önce hiç görülmemiş yeni bir yönetim anlayışı ortaya koymadık ki... Müslümanlar 13 asır boyunca Hilâfet ile yönetildiler. Bu dönemlerde doğru uygulamalar olduğu kadar bazı yanlış uygulamalar da oldu. Fakat en nihayetinde Hilâfet, Müslümanların kendi inanç sisteminden çıkmış bir yönetimdir. Dolayısıyla biz, var olan Hilâfet kavramını İslâm ümmetine yeniden hatırlattık. Hilâfet’in siyasi bir tercih değil İslâm’ın bir emri olduğunu gösterdik ve bunu şer’î kaynaklardan delillendirdik. Hilâfet, İslâm şeriatının hâkim kılınması ve İslâm davetinin tüm dünyaya taşınması için tüm Müslümanların yöneticiliğidir.

Hizb-ut Tahrir’in cumhuriyet, demokrasi ve laiklik eleştirisi ideolojik bir eleştiridir. Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi; dini hayattan, devletten ve toplumdan uzaklaştıran fikirlerdir. Bu fikirler İslâm ile taban tabana zıttır. Bizler İslâm’ın bir ideoloji yani bir hayat sistemi olduğunu söylüyoruz. Bu ideolojinin kaynağı vahiydir. Bizim anlayışımız; Allah’ın dini olan İslâm’ın, hayat, toplum ve devlete hâkim olmasıdır. Bunun için ise İslâmi bir devlete ihtiyaç vardır. Hizb-ut Tahrir’in davet ettiği ve yeniden kurulması için çalıştığı bu devlet Râşidî Hilâfet Devleti’dir.

Hizb-ut Tahrir, hedeflerine ulaşmada şiddet kullanımına nasıl yaklaşıyor?

Hizb-ut Tahrir, Râşidî Hilâfet’i kurmak için benimsediği metodunda şiddet yöntemini yani silahlı ve maddi mücadele yöntemini kesinlikle reddeder. Bunu reddetmesinin sebebi ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ilk İslâm Devleti’nin kurulması için yürüttüğü mücadelede şiddete ve silaha başvurmamasıdır. Yani bizim mücadele metodumuz Peygamber Efendimizin metodudur. Aynı zamanda Hizb-ut Tahrir, İslâmi bir toplum inşa etmeye çalışmaktadır. Bu da ancak mevcut toplumun fikirlerini ve duygularını, İslâmi fikir ve duygularla değiştirmekle mümkün olur. Dolayısıyla bizim hedefimizi gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan tek şey, doğru fikre ikna olmuş bir toplumdur; silah değil! Biz şunu söylüyoruz: değişimi arzu eden bir toplumun önünde hiçbir güç duramaz, herkes ona boyun eğer.

Bunu söylediğimizde “şiddet kullanmadan Hilâfet Devleti hedefine nasıl ulaşacağımız” bize soruluyor ve merak ediliyor “bu nasıl olacak?” diye… Aslında bu merakın sebebi Batılı düşünürlerin İslâm beldelerine ve Müslümanlara tepeden bakma alışkanlığından kaynaklanıyor. Örneğin; S. Huntington “Doğulu Devrim” tezinde, Batı’da yaşanan devrimleri halkın yönetimden kopuşuna bağlarken Doğu’da yani İslâm beldelerinde devrimlerin şiddet yoluyla gerçekleştiğini söyler. Neden? Neden Batı’da devrimler halkın iradesiyle gerçekleşirken İslâm dünyasında şiddet yoluyla gerçekleşsin ki? Toplumsal değişimin temelinde fikirlerin değişimi vardır. Hizb-ut Tahrir de toplumun İslâm ile değişmesi için fikirler, görüşler ve çözümler ortaya koymaktadır.

Hizb-ut Tahrir’i dünyadaki benzeri İslâmi-İslâmcı akımlardan ayıran en önemli özellikleri nelerdir?

Hizb-ut Tahrir’i diğer İslâmcı hareketlerden ayıran birçok özelliği vardır. Bunlardan bariz olanlarını söyleyeyim:

Birincisi; Hizb-ut Tahrir’in ideolojik İslâmi siyasi bir parti olmasıdır. Zira şu an yeryüzünde bunun bir başka örneği yoktur.

İkincisi; fikrini, metodunu, hedefini sınırlandıran ve Hilâfet için çalışan Hizb-ut Tahrir, bu alanda tüm hazırlıklarını tamamlamıştır. Yani bu soyut bir istek ve genel slogandan ibaret değildir. Bilakis Hizb-ut Tahrir kuracağı Hilâfet Devleti’nin Anayasa Tasarısı’nı ve esbab-ı mücibesini yani şer’î dayanaklarını dahi hazırlamıştır.

Üçüncüsü; Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu günden bugüne fikrinde, metodunda ve hedefinde gösterdiği sebattır. Zira birçok İslâmi hareket ilk başta demokrasiyi reddettiği hâlde daha sonra demokratik zeminde çalışma yapıp iktidara gelmeyi amaçladı. Bazıları da gördükleri baskılar karşısında silahlı mücadele yöntemini kullandılar. Hizb-ut Tahrir, egemenliğin kayıtsız ve şartsız Allah’a, otoritenin ise ümmete ait olacağı Râşidî Hilâfet Devletini kurmak için 68 yıldır hedef ve metodundan zerre kadar sapmadı.

Nasıl bir halifelik anlayışınız var? Osmanlı İmparatorluğu’ndaki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla kaldırılan halifeliğin geri getirilmesini mi savunuyorsunuz? Türkiye’deki güncel halifelik tartışmalarına nasıl yaklaşıyorsunuz?

Hilâfet hem Raşid Halifeler döneminde hem Emevi ve Abbasi Hilâfeti döneminde hem de Osmanlı Hilâfeti döneminde tüm Müslümanlar için birleştirici siyasi bir güç ve liderlik oldu. Elbette Emevi, Abbasi ve Osmanlı Hilâfeti’nin bazı uygulamalarında yanlışlar oldu ama bu durum onların Hilâfet Devleti olduğu gerçeğini değiştirmez. Biz asrısaadet dönemindeki gibi örnek bir Hilâfet istiyoruz. İşte bu nedenle o dönemi temsil etmesi açısından “Hilâfet Devleti” yerine “Râşidî Hilâfet Devleti” diyoruz. İşte bizim istediğimiz tam olarak budur.

Hilâfet tartışmalarına gelince; Hilâfet, Müslümanların hafızasında hâlâ çok önemli bir yerde duruyor. Bakınız, yıkılmasının üzerinden 100 yıl geçti ama Hilâfet unutulmadı. Üzerlerindeki tüm baskı ve yasaklara rağmen bugün Endonezya’dan Fas’a kadar birçok İslâm beldesinde Müslümanlar Hilâfeti arzuluyorlar. Hakeza Türkiye’de öyle! Dolayısıyla Hilâfet tüm dünyada Müslümanların özlemi ve gündemidir. Zira Hilâfet kaldırıldıktan sonra Müslümanlar daha önce maruz kalmadıkları nice acılara, zulümlere ve aşağılanmaya uğradırlar. Hilâfet kaldırıldıktan sonra İslâm beldelerinde kurulan 57 devletin hiçbirisi onun yerini tutmadı. Ne Arap Birliği ne de İslâm İşbirliği Teşkilatı gibi yapılar onun yerini dolduramadı. Türkiye’de laik çevreler Hilâfet’in hayal olduğunu söylüyorlar ama “Hilâfet” deyince en fazla tepkiyi onlar gösteriyor. Zira onlar da hayal olmadığını biliyor ve tepkilerini en üst perdeden gösteriyorlar. Lakin bunlar beyhude çabalardır. Zira Hilâfet Allah’ın vaadi ve Rasulullah Efendimizin müjdesidir ve yeniden ikame edilecektir.

Siz, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasada da yer alan, değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilen bazı özelliklerini eleştiriyor ve bunların kalkması için faaliyet yürütüyorsunuz. Böyle bir anayasal düzeni ve yasaları olan bir devletin yargı organlarının buna karşı harekete geçmesi normal bir durum değil mi sizce?

Müslümanlar için tek referans ve bağlayıcı olan İslâm’dır, Allah’ın hükümleridir. Evet, biz mevcut anayasal düzeni benimsemiyoruz, onu İslâmi bir anayasa ve Hilâfet ile değiştirmek istiyoruz. Ancak biz misafir konumunda değiliz. Bilakis “Allah! Allah!” nidalarıyla fethedilen bu topraklarda bizler ev sahipleriyiz. Bu ev yani bu topraklar, 23 milyon km2 alanı ile İslâm ile hükmedilen ve ecdadımızın dünyaya nizam verdiği topraklar. Dolayısıyla bin yıldır cihat ettiğimiz kâfir Batılılardan ithal edilen ve türlü zorbalıklarla dikte edilen bu anayasayı kabul etmiyoruz. Bunu da Allah’ın emir ve nehiylerine iman ettiğimiz yani inancımız gereği yapıyoruz. Müslümanlar için tek Anayasa, Kur’an ve diğer şer’î kaynaklar referans alınarak yapılan anayasadır.

Devletin bu inancımızdan dolayı bizleri cezalandırmasına gelince; bu nasıl normal kabul edilebilir ki… Bu halk, Müslüman bir halktır. Bu halkın tarihi ve mayası İslâm ile yoğrulmuştur. Ortada bir suç varsa o da bu halkın İslâm’dan uzaklaştırılmasıdır. Bundan dolayı hiçbir şekilde şiddete başvurmayan Müslümanlara karşı yapılan uygulamalar, tamamen hukuksuzdur. Aynı zamanda kendi koydukları kurallara ve anayasaya da muhalefet ediyorlar. İşte bizim itirazlarımız bunlaradır.

Yargının şu andaki size yönelik yaklaşımı nedir? Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve yerel mahkemelerin Hizb-ut Tahrir’le ilgili farklı kararlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de yargı konjonktürel olarak değişikliğe uğramaktadır. Kanunu yazanların esnek cümleler kullanması neticesinde bazı kanunlar bazı kişilere uygulanırken bazı kişilere uygulanmamaktadır. Yargı sistemi yerel mahkemelere bağımsız kararlar verme yetkisi vermiş olsa da uygulama hiç de öyle değildir. Yerel mahkemenin verdiği bir karar, Yargıtay tarafından yanlış görülüp bozulursa bu durum yargıcın siciline işlenmekte ve ilerlemesine engel teşkil etmektedir. Bu nedenle yerel mahkemeler Yargıtay kararlarından bağımsız herhangi bir karar vermekten imtina etmektedir. Dolayısıyla asıl söz sahibi Yargıtay’dır. Yargıtay, Hizb-ut Tahrir hakkında somut gerekçelerden uzak ve zorlama bir yorumla sadece “terör örgütü” demekle yetinmiş fakat herhangi bir gerekçe açıklama ihtiyacı hissetmemiştir. Anayasa Mahkemesi ise gerek yerel mahkemelerin gerekse de Yargıtay’ın gerekçeli kararlarındaki izahları Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olarak kabul edilmesi için yeterli bulmamıştır.

Türkiye’de Hizb-ut Tahrir’e yönelik yürütülen yargılamalardaki çelişkileri daha önce de söylediğim gibi esasen Türkiye’nin hukuk devleti olmadığını gösteriyor. Çünkü yasa ve kanunlar Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini suç kapsamında değerlendirmiyor. Biz hiç kimseye zorla, baskıyla, şiddetle Hilâfet’i dayatmıyoruz. Hizb-ut Tahrir kurulduğu 1953 yılından bugüne kadar hiçbir ülkede şiddet ve silaha başvurmadı. Ama Türkiye’de 1960’lı yıllardan beri yürütülen yargılamalarda mensuplarımız mağdur ediliyor ve zulme maruz kalıyor. Sözde demokratikleşme adıyla çıkarılan her yeni düzenleme, reform ve kanun esasen lehimize olmasına rağmen Hilâfet isteyen Hizb-ut Tahrir üyelerine verilen cezalar tam tersine katlanarak artıyor. Bugün en yüksek yargı merci olan Anayasa Mahkemesi, Hizb-ut Tahrir hakkında resmî gazete de yayınlanan biri genel kurul kararı, 6’sı daire kararı olmak üzere toplam 7 ayrı hak ihlali kararı verdi. Buna rağmen yerel mahkemeler ve Yargıtay hem yasa ve kanunlara hem de Anayasa Mahkemesi’ne muhalefet edercesine kararlar veriyor. Örneğin; Hizb-ut Tahrir davalarında farklı illerdeki 8 mahkeme AYM kararına binaen beraat kararları verirken, 3 farklı mahkeme ise AYM kararlarına rağmen ceza veriyor. Bu bile Türkiye’de yargının konjonktürel olarak değişik hükümler verdiğinin ve bu sebeple de bağımsız olmadığının kanıtıdır.

Anladığımız kadarıyla siz, yargı içindeki farklı kararları eleştirirken bir hukuksuzluktan bahsediyorsunuz ve Anayasa Mahkemesi’nin kararını öne çıkarıyorsunuz. Aslında bunu yaparak siz de hak ve özgürlüklere dayalı bir hukuk devleti uygulaması talep etmiş olmuyor musunuz? Bunu yaparken bir yandan da hukuk devleti anlayışı üzerine kurulu bir rejimin ortadan kaldırılmasını savunmak sizce bir çelişki değil mi?

Öncelikle buradaki asıl çelişki hak, hukuk ve özgürlüklerden bahsedenlerin, konu İslâmi bir yönetim talebi olunca, bütün bu söylemlerini bir kenara bırakıp, baskı ve yıldırma silahına başvurmalarıdır.

Bununla birlikte lehimize olan sadece AYM kararları değil. Birçok yerel mahkeme kararı var ve onlar hukuk dersi verir nitelikte Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” sayılamayacağını belirtiyor. Ancak AYM en üst yargı mercii olduğu için onun kararını öne çıkarmaktan daha doğal ne olabilir? Biz diyoruz ki madem bu ülkede hukuk var diyorsunuz o zaman var olan hukuku ayrımcılık yapmadan doğru bir şekilde uygulayın. Terörle Mücadele Kanunun 1. Maddesinde terör şöyle tarif edilmiştir: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek… amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” O zaman biz bu madde kapsamına dâhil edilmemiz mevcut hukuka aykırıdır, adil değildir. Bunu söylememiz bu kanunları benimsediğimiz anlamına gelmez.

Bunun yanında, bir yandan demokrasi ile bireysel hak ve özgürlüklere karşı çıkarken bir yandan da demokrasi ve bireysel hak ve özgürlüklerin size siyasi faaliyet hakkını verdiğini savunmak sizce bir çelişki değil mi?

Bize siyasi faaliyet hakkını veren, demokrasinin hak ve özgürlükleri değil, İslâm’ın hükümleridir. Bizler İslâm’ın Müslümanlara yüklediği mesuliyetleri yerine getiriyoruz.

Demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler ise tartışmalı kavramlardır. Biz demokrasiye karşıyız ve bunu her platformda açık bir şekilde söylüyoruz. Zira demokrasi halkın yöneticileri seçme iradesi ile sınırlı değildir, hatta esasını bu oluşturmamaktadır. Demokrasinin esasını dini hayattan uzaklaştırma oluşturmaktadır. Mesela Halife halkın katılımıyla seçimle iş başına gelecek. Buna demokrasi diyebilir misiniz? Diyemezsiniz! Zira demokraside esas olan seçim değil hüküm koyma işinin insanlara bırakılmasıdır. Evet, biz buna karşıyız! Çünkü hüküm ancak Allah’ındır. Dolayısıyla bize siyasi faaliyet yapma hakkını Allah Subhanehu ve Teâla yani İslâm verdi. Örneğin biz 28 Şubat sürecinde “başörtüsü demokratik bir hak değil, Allah’ın bir hükmüdür” dedik. Dolayısıyla asıl çelişki, Allah’ın hükümleri varken aciz olan insanın koyduğu hükümlere tabi olmaktır.

Adına baktığımızda Hizb-ut Tahrir’in bir parti olarak tanımlandığını görüyoruz. Ancak gündelik siyasette parti deyince günümüzdeki, seçimlere giren ve meclise girme mücadelesi veren siyasi partileri anlıyoruz. Hizb-ut Tahrir’in parti anlayışı nedir? Genel kullanıldığı anlamıyla siyasi partiler yasasına göre partileşip faaliyet gösterme hedefi var mı?

Hizb-ut Tahrir, İslâmi esaslara göre kurulmuş bir siyasi partidir. Amelleri ve faaliyetleri siyasidir. Kurulduğu günden bu yana İslâmi metodun gereği olarak siyasi faaliyetlerini tüm beldelerde yürütmektedir. Hizb-ut Tahrir mevcut laik demokratik sistem içerisinde olmayı ve bu yöntemle sistem içerisinde iktidarda olmayı haram kabul eder. Bu nedenle demokratik seçimlere katılmıyoruz. Siyasi parti meselesinde ise mevcut Siyasi Partiler Kanunu 86. Maddesi değişmedikçe Hizb-ut Tahrir’in yasal bir siyasi parti olarak başvuru yapması ve kabul edilmesi düşünülemez. Çünkü bu maddeye göre siyasi partiler “halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar” Biz ise tam tersine Hilâfeti yeniden kurmak için kurulmuş ve bunun için çalışan bir siyasi partiyiz.

Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında görüşleriniz çok kısaca nedir?

AK Parti’nin bizim için diğer demokratik, laik esaslar üzerine kurulmuş siyasi partilerden hiçbir farkı yoktur. Türkiyeli Müslümanlar lehine gibi görünen birtakım adımların atılması onu İslâmi bir parti yapmaz. Zaten AK Partili yöneticilerde birçok kez İslâmi bir parti oldukları tezini reddetmiş ve bunu açıkça ilan etmişlerdir.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.