HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 23 Ocak 2024

Muhammed Emin Yıldırım, "Müslüman halklar irade gösterirse Refah sınır kapısı daha fazla kapalı kalamaz. Müslüman halklar irade gösterirse ordular Aksa için daha fazla hareketsiz kalamaz."

 

GAZZE’DE AÇLIK VE AÇILMAYAN REFAH SINIR KAPISI
Gündem değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz. Bu hafta toplantımıza, iman sahibi her Müslüman'ın onurunu sarsan ve insan olan herkesin vicdanını yaralayan Gazze'deki açlık krizi ile başlamak istiyorum. Yahudi terör varlığı olan "İsrail", Gazze'deki kardeşlerimizi sadece bombalarla öldürmekle kalmıyor, aynı zamanda Mısır rejiminin yardımıyla Gazze'ye ambargo uygulayarak açlığı bir silah olarak kullanıyor. Gazze'ye 7 Ekim'den bu yana gıda, su, yakıt gibi temel insani yaşam malzemelerinin girişine izin verilmiyor. Sömürgeci ABD’nin başını çektiği uluslararası sistem Gazze'deki katliamlarda şehit edilen 25.000 Filistinliden çok daha fazlasını öldürebilecek bir kıtlığın ortaya çıkışını izliyor. Daha doğrusu sadece izlemiyor, Gazze halkının açlık silahıyla teslim alınmasını bizzat teşvik ediyor ve destekliyor.


Türkiye seçim atmosferine girmişken, 75 milyon dolar harcanarak uzaydan fotoğraf verilip sükse yapılırken, Gazze'de her beş kişiden dördü kıtlık eşiğinde. Sosyal medya platformlarına her gün ellerinde boş tabak ile yemek arayan çocukların görüntüleri yansıyor. Şimdi bunlara hayvan yemlerini öğütüp yiyerek hayatta kalmaya çalışan insanların görüntüleri de eklenmiş durumda.


BM verilerine dayanan 'Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması'na göre geçtiğimiz ay Gazze nüfusunun yüzde 90'ının yüksek düzeyde akut gıda yetersizliği yaşadığı tahmin ediliyordu. Bunların yüzde 40'ından fazlası acil durumda, yüzde 15'inden fazlası ise felaket durumundaydı. Şubat ayı başlarında, eğer hiçbir değişiklik olmazsa, Gazze nüfusunun tamamının kriz aşamasında, yarısının acil durum aşamasında ve yarım milyondan fazla insanın da felaket aşamasında olacağı ve ailelerin aşırı gıda eksikliği, açlık ve bitkinlik yaşayacağı öngörülüyor. Yine geçen hafta Filistin Yatırım Fonu Başkanı Muhammed Mustafa, Dünya Ekonomik Forumu'nda yaptığı konuşmada açlıktan ölebilecek insan sayısının savaştakinden daha fazla olduğunu söyledi.


Aslında Gazze'deki durumu anlatmak için bu verilere bile ihtiyaç yok. Yahudilerin ne kadar zalim olduğunu, vahşetin ne kadar büyük olduğunu ve kardeşlerimizin ne kadar eziyet çektiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz. Asıl sorulması gereken soru şu: Gazze'ye kim yardım edecek? Soykırımın yanında bir de açlık ve hastalıkla mücadele eden mazlum Müslümanlara, gözü yaşlı annelere, yetim ve öksüz çocuklara kim el uzatacak? Aç bırakılan insanları kim doyuracak? Bebekleri katleden, hayvanların rızkına mani olan, buldozerler ile ağaçları söken, mahalleleri toplu halde havaya uçuran azgınlaşmış Yahudi varlığını kim durduracak? Ölüleri saymaktan başka iş yapmayan "İsrail"in kurucusu ve koruyucusu olan Birleşmiş Milletler mi? Arkasına ABD ve Avrupa'yı alan Netanyahu'nun kararlarını tanımayacağını söylediği Uluslararası Adalet Divanı mı? Yoksa 57 liderinin tek bir halife etmediği İslam İşbirliği Teşkilatı mı? Adında güya İslam olan teşkilatın üyeleri nerede şu an? Açlığı olağan üstü bir durum görmemiş olacaklar ki toplanmaya bile tenezzül etmediler. Gazze'nin birkaç metre ötesinde bekleyen yardım tırlarına izin vermesi için Mısır'a bir çağrı bile yapamadılar.


Darbeci katil Sisi yönetimindeki Mısır rejimi binlerce yardım tırını Refah sınır kapısında bekletiyor. Amerika izin vermedikçe Gazze'ye bir yudum su bile geçirtmiyor. Mısır sokaklarının duvarlarında yazan "Kusura Bakma Gazze biz de işgal altındayız" ifadelerinde anlatıldığı gibi Gazze kuşatmasında Yahudilere ortaklık ve uşaklık yapıyor. Sonra da hiç utanmadan Refah sınırı "İsrail"in kontrolünde diye açıklama yapıyor. Tüm bunlar yaşanırken Gazze'li çocuklar ne yaptılar biliyor musunuz? Sınıra yürüdüler ve dikenli tellerin arasından Mısırlı askerlere seslendiler. "Allah aşkına Mısır haydi" diye slogan attılar. Bir çocuk ise Mısırlı askerlere şöyle diyordu: "Mısır'ın dünyanın annesi olduğunu söylüyorlar. Siz hiç çocuklarını yalnız bırakan bir anne gördünüz mü?... Hepsi gitti. Allah bize yeter." Evet, küresel işgale karşı davalarına sahip çıkarken başlarına gelen musibetlere "hasbunallahu ve nimel vekil" diyerek sabreden Gazze halkına Allah elbette yeter. Gazze'li çocuğun sözleri ise özelde Mısır, genelde tüm İslam beldelerindeki Müslüman ordularını utandırmaya yeter! 

On yıllardır abluka ve tecrit altında yaşayan Gazze'nin nefes borusu Mısır'dır. Ancak Mısır rejimi Hüsnü Mübarek döneminden beri Amerika ve Yahudi varlığının hizmetindedir. 1973'teki Camp David anlaşmasıyla işgalci “İsrail'i” tanıyan ilk Arap ülkesidir. Yahudilerin ne zaman başı sıkışsa, Mısır rejimi yardıma koşar. Aksa Tufanı ile işgalcilere ağır bir darbe indiren mücahit Gazze halkına bugün uygulanan zulüm, Mısır rejiminin ihanetinin son halkasıdır. Fakat şu bir gerçek ki, Müslüman halklar irade gösterirse Refah sınır kapısı daha fazla kapalı kalamaz. Hatta sınırlar ortadan kalkar. Müslüman halklar irade gösterirse zalimler tahtlarında uzun süre oturamaz. Müslüman halklar irade gösterirse ordular Aksa için daha fazla hareketsiz kalamaz. Müslüman halklar irade gösterirse Allah'ın dini hakim olsun diye mücadele ederse, Allah'ın nusreti de yakınlaşacaktır. İşte o zaman Mübarek Aksa toprakları işgalci varlıktan temizlenecek, Gazze, Filistin ve ümmet birlikte özgürleşecektir inşallah.


İNGİLTERE’NİN HİZB-UT TAHRİRİ YASAKLAMA GEREKÇELERİ
İşte Gazze’nin hali böyle. Ancak Gazze’nin ümmete ve insanlığa gösterdiği çok önemli gerçekler var. Gazze tüm maskeleri düşürdü. ABD ve Batılı devletler işgalci “İsrail”in Gazze’de gerçekleştirdiği bu soykırımı gizlemekten aciz kaldılar. Irak’ın ve Afganistan’ın işgalinde dünyayı kandırmayı başaran, “Irak ve Afganistan’a demokrasi götürüyorum” diyerek yalan söyleyen Batı’nın Gazze’de söyleyecek yalanı bile kalmadı. Müslümanlar ve Batılı halklar Gazze ve tüm Filistin’in verdiği mücadelenin haklı ve meşru olduğunu anladılar. İnsanlık 75 yıldır Filistin topraklarında kan döken, cinayetler işleyen, Müslümanları topraklarından süren Yahudilerin fesadını ve tehlikesini gördü. Bu sebeple ABD ve Batılı yöneticiler bir de Yahudi sermayeli kapitalist şirketler hariç “İsrail”in yaptıklarını hiç kimse haklı bulmuyor. Hiç kimse 7 Ekim’den bu güne hatta 1948’den beri devam eden savaşta “İsrail”in haklı olduğunu savunmuyor.  


Evet, Gazze direnişi sadece İslam beldelerindeki korkak, aciz ve işbirlikçi yöneticilerin değil bütün dünya liderlerinin özellikle de Batılı devlet yöneticilerinin maskelerini düşürdü. Batı kutsallaştırdığı özgürlük, bağımsızlık, demokrasi, ifade hürriyeti, insan hakları, hukuk ve barış gibi “değerlerin” hiçbirini tanımıyor hiçbirine uymuyor. İşgalci Yahudi varlığını korumak, vahşetini ve soykırımını örtmek ve bütün bu kötülüklere meşruiyet kazandırmak için artık putlarını yemeye başladılar. İşte, demokrasinin beşiği, özgürlükler ülkesi denilen İngiltere geçen hafta Hizb-ut Tahrir ile ilgili bir yasa tasarısı çıkardı. Hiçbir şekilde cebir ve şiddete bulaşmadığı bilindiği halde Hizb-ut Tahrir’i güya “terör örgütleri” listesine aldı. 18 Ocak Perşembe günü Avam Kamarası'nın oy birliğiyle aldığı karar Lordlar Kamarasında da onaylandı.  İngiltere’nin aldığı bu karar ile Hizb-ut Tahrir’in Birleşik Krallık'ta faaliyet yapması yasaklandı. 
Kıymetli Müslümanlar! İngiltere’nin Hizb-ut Tahrir’i yasaklama gerekçeleri ne biliyor musunuz? İngiltere Güvenlik Bakanı Tom Tugendhat bakın bu gerekçeleri nasıl sıralamış: 


 1-Yahudi Karşıtlığı
2-İşgale karşı direnen ve topraklarını savunan Gazze halkını Hamas'ı ve Aksa Tufanı harekâtını övüp, desteklemek.
3-Demokrasiyi reddetmek
4-Eşcinselliğe karşı olmak
5-İngiliz değerlerini reddetmek ve bu değerleri baltalamak


İngiltere, Hizb-ut Tahrir'i "Yahudi karşıtı" bir grup olarak tanımlamış, eğer ki Yahudi karşıtlığından kasıt işgalci Yahudiler ise eğer ki bundan kasıt gasıp Yahudi varlığı “İsrail”e düşmanlık ise Hizb-ut Tahrir böyle bir gerekçe ile suçlanmaktan onur ve şeref duyar. Sadece Hizb-ut Tahrir mensupları değil bütün Müslümanlar işgalci Yahudilere karşı olmak ve “İsrail”i düşman bellemekten onur ve şeref duyar. Eğer çok seviyorsanız Yahudileri siz kendi topraklarınızda misafir etseydiniz. Hatta devlet olmalarına müsaade edin. Niçin 1947 Taksim Planı ile topraklarınızdaki Yahudilerin hepsini Filistin’e sürdünüz? 1941’de 6 milyon Yahudi’yi sistematik bir şekilde yakıp öldüren Almanya değil miydi? Niçin düşmanınız olan Almanların zulmünden korumadınız Yahudileri? Nazi zulmüne maruz kalan Yahudilere niçin sahip çıkmadınız? Çünkü Batı ikiyüzlüdür, çünkü Batı sahtekârdır ve acımasızdır. İslam bu konuda 1300 yıllık tertemiz bir tarihe sahiptir. Yahudi karşıtlığı nedir görmek istiyorsanız kendi tarihinize bakın. 


İngiliz Bakan yasaklamaya gerekçe olarak demişi ki, “Hizb-ut Tahrir, “sivillerin” öldürülmesini kınamak yerine sevinçle karşılık verdi ve Aksa Tufanı’nı övdü.” Evet, Hizb-ut Tahrir sadece bugün değil 1948’den bu yana Filistin halkının yanındadır. Sadece 7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı Harekâtını değil, Gazze halkının ve tüm Filistinli mücahitlerin işgale karşı yürüttükleri direniş ve cihadını övmektedir. Biz şunu söylüyoruz: Filistin topraklarında bulunan bütün Yahudiler işgalcidir, er ya da geç o mübarek topraklardan defolup gideceklerdir. Bu sebeple Gazze’deki işgali bitirmeleri için İslam beldelerinin ordularına çağrı yapıyoruz, “Ordular Aksa’ya” diyoruz. Demek ki bu çağrımız kâfirleri rahatsız etmiş. Bu durum çağrımızın doğruluğunu gösterir. Biz bu çağrıyı yapmaya devam edeceğiz ve inanıyoruz ki bir gün bu çağrıya icabet eden Selahaddin gibi komutanlar İslam ümmetinin içinden çıkacaktır. 


Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin İngiltere’de yasaklanmasına bir başka gerekçe de Demokrasiyi reddetmemiz gösterilmiş. Yine; insanlığı fesada uğratan, insanlıktan çıkarıp sapkınlaştıran eşcinselliğe karşı olmamız da yasaklanmaya gerekçe gösterilmiş. Evet, biz Müslümanlar olarak hepimiz demokrasiye karşıyız. Egemenliğin Allah’tan alınıp beşere verilmesine elbette karşıyız. Biz insanlığın huzur ve mutluluğu için İslam diyoruz. Siz ise insanın fıtratını bozmaya, onu sapkınlaştırmaya çalışıyorsunuz,  insanın hayvanlar gibi yaşamasını istiyorsunuz. Demokrasiye inandığınızı söyleyen sizler Hizb-ut Tahrir’i İngiliz değerlerini reddetmekle bu değerleri baltalamakla suçluyorsunuz. Evet, biz İslam dışı değerlere inanmıyoruz onları reddediyoruz. Peki ya siz? Siz inanıyor musunuz? Hayır! Eğer demokrasiye, özgürlüklere, düşünce hürriyetine inansaydınız Hizb-ut Tahrir’i yasaklamazdınız, eğer insan haklarına, barışa ve hukuka inansaydınız Gazze’deki soykırıma karşı çıkardınız. Asıl İngiliz değerlerine inanmayanlar ve o değerleri baltalayanlar sizlersiniz. Siz putlarınızı yiyorsunuz, çünkü siz ikiyüzlü sahtekârlarsınız. 
 

İngiltere’nin Hizb-ut Tahrir’i yasaklamasının gerekçesi açık ve net ortadadır. Gazze direnişi, Hizb-ut Tahrir ve tüm Müslümanların bu direnişe verdiği destek Batının maskesini düşürdü. Batı sadece “İsrail”in Gazze’de yürüttüğü savaşta mağlup olmadı aynı zamanda propaganda savaşını da kaybetti. Batı sadece İngiltere’nin Hizb-ut Tahrir’i yasaklamasıyla yetinmedi, AB Komisyonu başka Müslümanlara da Filistin cihadına ve Gazze direnişine destek verdikleri için yaptırım uygulamaya başladı. Diğer Batılı ülkelerde de siyasetçiler benzer yasaklama kararlarının alınması için konuşmaya başladılar. Daha yeni bugün birçok ülkede Hizb-ut Tahrir’e ait You Tube hesapları kapatıldı. Bu gelinen nokta kapitalist Batı’nın İslam karşısındaki çaresizliğinin apaçık göstergesidir. Bugün gelinen nokta Hizb-ut Tahrir’in 70 yıldır verdiği İslami siyasi mücadelenin etkisini göstermektedir. Kapitalizm çöküş yaşamaktadır, İslam ise sadece Müslüman beldelerde değil Batılı ülkelerde dahi yükselişe geçmiştir. Artık sadece Müslümanlar değil tüm halklar çare ve çözümü İslam’da aramaktadırlar.  O halde Gazze direnişi ve işgale karşı dayanışma ruhu Müslümanları nasıl birleştirdi ise İslam’ın hayata hâkim kılınması uğrunda Raşid-i Hilafet’i yeniden kurma yolunda da bizi İslam ümmetini birleştirsin. Allah’ın dinine sımsıkı sarılalım, kâfirlerden ve onların değerlerinden yüz çevirelim, Kur’an ve sünnete, şer’i hükümlere bağlı kalalım. İslam’ı hayata hâkim kılmak ve Hilafeti ikame etmek için çalışalım. 


EMEKLİ MAAŞLARINA YAPILAN ZAMLAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan Yılın ilk kabine toplantısında yaptığı açıklama ile bu yılı emekliler yılı olarak ilan etti.  Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamada, Memur, SSK ve Bağkur ayrımı yapmadan temmuz ayında maaş artışlarında şartları eşitleyeceğiz. Sosyal devlet ilkemiz gereğince, emekli maaşı alt sınırını 7500 TL’den 10 bin TL’ye çıkarıyoruz’. Dedi Ve ayrıca ‘kabinemizin aldığı karar ile 2024 yılını emekliler yılı olan ilan ediyoruz’ diye ifade etti. Paranın her geçen gün değersizleştiği, enflasyonun karabasan gibi halkın sürekli tepesinde olduğu bir dönemde özellikle emeklilere reva görülen bu hayat gerçekten içler acısıdır. Hükümetin “müjde” olarak açıkladığı rakamlar esasında tükenmişliğin bir göstergesidir. Böyle bir dönemi “emekliler yılı” diye lanse etmek, aklımızla alay etmekten başka bir şey değildir. 


Yoksulluk sınırının 57 bin TL, açlık sınırının ise 22 bin tl olarak açıklandığı bir ekonomide emekli aylığını 10 bin TL’ye çıkarmayı “müjde” diye sunanlara soralım; Bu yıla emekliler yılı diyerek neyi kastediyorsunuz sayın Erdoğan? Kastınız zam oranı ise, zaten enflasyonun çok çok altında, verdiğiniz emekli maaşı ise, bu maaş bugün bir kira dahi etmiyor. biçtiğiniz hayat koşulları ise, emekliler geçinmek için çalışmak zorundalar. “Emekliler yılı” olarak adlandırılan aslında “emeklilerin dişlerini biraz daha sıkması gerektiği” ifadesidir. Bir kira parasıbile etmeyen emekli maaşı ile halen halktan fedakarlık bekliyorsunuz. Daha düne kadar 3 milyar dolar bütçe harcamasını eleştirenlere “bunlar devlete göre çerez parasıdır” diyen maliye bankanı Mehmet Şimşek, şimdi ise bana verilen defterin son yaprağına kadar kullanıyorum diye açıklama yapıyor. Güya tasarruftan söz ediyor.


Dün itibardan tasarruf olmaz diye bol keseden harcıyordunuz, bugün ise halka acı reçeteleri birlikte üstleneceğiz, herkesten fedakarlık bekliyoruz diyorsunuz. Bu ne pişkinliktir. Aynı Mehmet Şimşek 2024 yılı bütçesi için, ‘plana sadık kalırsak 2024 yılını 2.7 trilyon açık ile kapatacağız’ diyor. Bu nasıl bir planlama Allah aşkına. Hatırlayın Kur korumalı mevduatın yanlışlığını tüm iktisatçılar dile getirdi, bizler de bu platformlardan sürekli uyardık. Gelinen nokta itibariyle bu işlemin bütçeye zararı tam 1 trilyon lira. Peki ne gerek vardı buna. Bakın hedeflenen cari açığın neredeyse yarısı, sırf zenginlerin parasını korumak için icat edilen Kur korumalı mevduattan kaynaklanıyor. Bu açığı kapatmak için KDV oranlarını yükselttiniz, Ek motorlu taşıtlar vergisi getirdiniz. Özel tüketim vergisinde ciddi artışlar yaptınız. Yani zenginler için yine halka yüklendiniz. Futbol kulüplerinden, büyük şirketlere kadar bir çok zengine vergi muafiyetleri getirdiniz, onları teşvikler ile desteklediniz. Ama zor günleri halkın sırtına yüklüyorsunuz.


Devletin en büyük geliri olan vergi gelirlerini, dolaylı ve doğrudan olmak üzere en çok çalışanlardan ve emeklilerden alıyorsunuz. Ama kolaylıkları ve muafiyetleri ise zenginlere veriyorsunuz! 230 bin TL aylık alan millet vekilleri çıkıp geçinemiyoruz diyor ama 10 bin TL’ye mahkum ettiğiniz emeklilerden fedakarlık bekliyorsunuz. Sonra çıkıp bu yılı “emekliler yılı” olarak ilan ettik diyorsunuz. Bu resmen halk ile alay etmektir, çalışan ve emeklilere zulmetmektir. 


Kapitalist sistemin temelinde sömürgecilik vardır. Bulduğu her eşyayı, her argümanı her insanı sömürme esası üzerine kurulmuş olan köhne bir sistemdir. İşte bakın 26 milyon çalışanın büyük bir bölümü asgari ücret ile çalışmaktadır. Daha gençliğinizde sizi asgari bir hayata mahkum eden bu sistem, emekli olduğunuz zamanda ise sizi daha zor bir hayatın içine atmaktadır. Gençliğinizde iş gücünüzü az bir bedel karşılığı sömüren bu sistem, emekli olduğunuzda ise sizi değersiz bir eşya gibi kenara atıp, yük olarak görmektedir.Tüm bunların kökü kapitalizm ve onun sömürüye dayalı iktisat sistemine dayanmaktadır. Ve bu sistem değişmedikçe halkın yüzü asla gülmez. Fakirden alıp zengine veren değil zenginden alıp fakire veren emeğin hakkını tastamam veren en önemlisi de servetleri insanlar arasında adil bir şekilde dağıtan İslam iktisat sistemi tatbik edilmedikçe asla kalıcı bir huzur ve kalkınma sağlanamaz.

Toplantımızı geçen hafta Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde bir Camide Cuma Namazı sonrasında Camii imamı ile ilçe kaymakamı arasında yaşanan hadiseye değinerek tamamlamak istiyorum. Kulp kaymakamı Cuma namazı sonrasında hutbeyi tam okumadığını iddia ederek, cami imamını görevli odasına çağırmış ve kendisine küfür ve hakaret etmiş, yetmemiş rapor almasını gerektirecek şekilde cami imamını darp etmiş. Konu hem cami imamının hem de bağlı olduğu sendikaların açıklama yapması kamuoyuna yansıdı malum. Öncelikle ilçe kaymakamının camii imamına yönelik bu sözlü ve fiili saldırısını kınadığımızı açıkça ifade ediyoruz. 


Devletin görevlendiği amir ve memurlar görevlerini hukuk kuralları içinde yapmaları gerekir. Devletin verdiği sınırlı yetkiyi sınırlarını aşarak kullanan kaymakamın, herhangi bir suç işlememiş ve hem halkın hem de hakkın nezdinde önemli bir görevde bulunan imam kardeşimize yönelik yaptığı bu fiil asla kabul edilemez. Yaşanan bu tatsız hadisede mülki idare dâhil tüm yöneticilerin doğrunun ve hakkın yanında er almaları gerekmektedir. Herhangi bir suç işlememiş olmasına rağmen, velev ki bir kusuru olsa bile muhatabı kaymakam değilken yaşanan hadisede imam kardeşimizin sorumlu tutulması büyük bir faciadır.


Camiler Allah'a ibadet etmenin ve kulluğun merkezidir. Camiler Kemalist rejimin propaganda merkezi, faşizmin ve milliyetçiliğin öğreti yerleri asla değildir. İmamlar da emir eri değildir. Camiler, İslam’ın haram kıldığı asabiyet kokan her türlü söylemden ve ayrıştırıcı davranışlardan uzak tutulmalıdır. Yaşanan bu hadiseye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı ve merkezi olarak tüm camilerde okunması zorunlu olan politik ve siyasi içerikli hutbelerin sebep olduğu da unutulmamalı. Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl ki hutbelerde cami cemaatine nasihat ediyorsa o cemaat ile aynı safta namaz kılan kaymakam, vali, belediye başkanı, bakan ve Cumhurbaşkanı dâhil tüm yöneticilere de nasihat etmeli ve onları muhasebe etmelidir. Şu kesinlikle unutulmamalıdır, minberler hakkın ve hakikatin konuşulduğu yerler olmalıdır. Mesele Allah’ın razı olacağı sözü söylemektir, kaymakam, vali ya da Cumhurbaşkanının değil.

Hizb-ut Tahrir Türkiye

23 Ocak 2024

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.