HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Ayasofya Lozan'ın Yıldönümünde İbadete Açılıyor

Ayasofya’nın 24 Temmuzda açılması elbette bir mesaj içermektedir ama bu mesaj Hilafet değildir. Bu mesaj olsa olsa İngilizlerin bu topraklardaki egemenliğinin sona erdiğinin bir mesajıdır. Dünya siyasetini takip eden herkes bilir ki Türkiye, ABD’ye rağmen Ayasofya’yı ibadete açamaz! Bir rahip için Türkiye’ye tehditler savuran, yaptırım kararı alan ABD, Ayasofya’nın açılmasını istemeseydi çok daha büyük tehditler savurur, yaptırımlar uygulardı. Ama bunu yapmadı ne yaptı? “Kaygı duyuyoruz, üzgünüz” gibi diplomatik sözlerle konuyu geçiştirdi. Bu tür politik cılız tepkiler ABD’nin Ayasofya’nın açılmasına onay verdiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Ayasofya’nın açılması için 24 Temmuz tarihinin seçilmesi Lozan Barış Anlaşmasının mimarı ve uygulayıcısı olan İngiltere’ye ve Avrupa’ya verilmiş bir mesajdır.

MUHACİRLER SAHİPSİZ VE KORUMASIZ HALDELER

Gün geçmiyor ki, ülkemize sığınan muhacir kardeşlerimize yönelik yeni bir menfur olay yeni bir zulüm yaşanmasın! Gün geçmiyor ki, ülkelerindeki işgal, katliam, sömürü ve sefaletten kaçan Müslümanlar denizlerde boğularak, yollarda ve sınırlarda donarak can vermesin! 27 Haziran'da İran üzerinden Türkiye'ye geçmeye çalışan mültecileri taşıyan teknenin Van gölünde batması sonucu 60 kişi hayatını kaybetti biliyorsunuz. Hala daha batan tekneden ölen mültecilerin cesetleri çıkarılıyor.

Yine yürekler yandı, yine gelecek umutları suya gömüldü, kefenlerine kaçak mührü vurulan Müslümanlar yine sahipsiz bir şekilde hayata veda ettiler. Müslümanların sahipsizliği sadece bununla da sınırlı değil ki… Ölüm yolculuklarını aşanlar geldikleri ülkelerde İslam düşmanlarının ve ırkçı zihniyetin saldırılarına maruz kalıyorlar. Daha geçen hafta Bursa'da Suriyeli muhacir kardeşimiz Hamza, Suriyeli mülteci bir kadına hakaret eden pazarcılara karşı çıktığı için dövülerek vahşice öldürüldü. Suriye'de Beşar Esed'in zulmünden kurtuldu ama ırkçılık hastalığının şerrinden kurtulamadı. Onun ismi de diğer yüzbinlerce Suriyeli kardeşi gibi yöneticilerin ve Müslümanların hanesine vebal olarak yazıldı. Diğer bir saldırı da İstanbul'da gerçekleşti. Eminönü iskelesinde vapura binmek için sıra bekleyen Doğu Türkistanlı muhacir Uygur bacımız insanlıktan nasibini almamış zorba bir kadının tekme ve hakaretlerine maruz kaldı. Ve daha bunun gibi nice zulümlere her gün şahit oluyoruz.

Kıymetli Müslümanlar! İslam ırkçılığı ve Müslümanların topraklarının bölünmesini haram kılmıştır. İslam ümmeti tek bir ümmettir. Müslümanlarda birbirlerinin kardeşidirler. Rasululah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in dediği gibi "en yakındakiler en uzaktakilerin yardımına koşarlar."

Ancak bugün yaşadığımız zulümler Müslümanları koruyacak bir devletlerinin bir halifelerinin olmayışından kaynaklanmaktadır. Zira sadece İslam Devleti Müslümanların kalplerini ve topraklarını birleştirebilir. Geçmişte böyleydi Allah'ın izniyle yakın bir gelecekte de yine böyle olacaktır.

GATES VAKFI MASUMLAŞTIRILMIŞ BİR ARAŞTIRMA LABORATUVARIDIR

Türkiye’nin tarım ülkesi olduğu bize daha ilkokul kitaplarında öğretilmeye başlanmıştı. Çok çeşitli iklim ve toprağı ile Türkiye adeta tarım cenneti diye ifade edilir. 24 Milyon hektar tarıma elverişli araziye sahip olan bir ülkenin elbette tarım ülkesi olması gerekir değil mi? Ancak gerçek veriler durumun hiç te öyle olmadığını gösteriyor. Tarım ve hayvancılık ürünlerinin toplam ihracata oranı %3.3, toplam ithal edilen ürünlere oranı ise %4,7 tür. Yani aldığımız tarım ve hayvancılık ürünleri sattığımızdan daha fazla. Bu tablo bize şunu gösteriyor; tarıma uygun arazilerin olduğu bir ülkeyiz ama tarım ülkesi değiliz.

Neden peki? Yüz ölçümü bizden kat be kat küçük olan Hollanda’nın 2019 yılında 100 milyar Euro tarım ürünleri ihracatı var. Tek başına bu veri bile Türkiye’nin tarım ülkesi olmadığını açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de iktidara gelen parti kim olursa olsun mutlaka bir tarım reformuna imza atar. Ancak gelinen noktada bu reformların hiçbirinin bir işe yaramadığı görülmektedir. Zira dışa bağımlılık sadece tohumlara sirayet etmemiş tarım ile alakalı her alana sirayet etmiş durumda. Bu bağımlılık tarım politikalarına da yansımış uluslararası örgütler ile işbirliği içinde yapılan tarım politikaları çiftçiyi zor duruma düşürmüştür. Bağımsız ve köklü bir tarım politikası oluşturulmadan reform adı altında atılan her adım başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur. Zira işbirliği yapılan kuruluşların tamamı kendi menfaatlerini ön planda tutmaktadır.

Hal böyleyken 7 Mayıs 2019’da Gates Vakfı ve Dışişleri Bakanlığı arasında ‘Etki Hızlandırıcı Pilot Uygulama Belgesi’nin imzalandığı ortaya çıktı. İçeriği belli olmayan bu anlaşmaya Tarım Bakanlığı da dâhil oldu ve çalıştaylar düzenlendi. Etki Hızlandırıcı Pilot Uygulama Belgesinin içeriği bilinmiyor. Ne tür bir deney yapıldığından, yapılacağından kimsenin haberi yok. Bu vakfın kurucusu olan Bill Gates uç projelerle adından söz ettiren sömürgeci bir iş adamı. Esasında bu vakıf masumlaştırılmış bir araştırma laboratuvarıdır. Afrika’dan sonra yeni teknolojilerini denemek için Türkiye’yi alan olarak seçmiş.

Gelinen noktada ne yediğimiz belli değil. Gıdalarda yer alan koruyucu maddeler kanser saçıyor. Kanser oranları her geçen gün artıyor. Yediğimiz ürünlerin doğal tadını unuttuk. Bahçeden doğal bir domates yediğimizde domatesin tadı böyle miydi diye kendimize soruyoruz. Üstelik bu tadı dahi olmayan ürünleri fahiş fiyatlara satın alıyoruz. Tüm bunlar alenen ortada iken iktidar yeni bir gıda yasasını meclise sundu. Taslak çalışmaları yürütülen yasaya göre Tüketicide endişe, korku ve güvensizlik oluşturmak tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen, gerçeğe aykırı yayın yapılamayacak. Yanıltıcı yayın yapan kişilere 20 bin Türk Lirası’ndan 50 bin Türk Lirası’na kadar idari para cezası verilecek. 

Peki, gerçeği kim belirleyecek? Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü, BM Gıda ve Tarım Örgütü. İşte sömürü dediğimiz şey böyle örgütleniyor. Artık televizyon ekranlarında zencefilin hangi hastalıklara iyi geldiğini duyamayacaksınız. Ya bal ile polenin karışımın öksürüğe iyi geldiğini hiç duyamayacaksınız. Çünkü bunlar bilim ile elde edilen zehirli kimyasallar değil. Bunlar doğan geleneksel şifalı ürünler. Bu yasayla gelecek nesiller de ilaç sektörünün eline teslim ediliyor. Bir nesil sonra ilaç her bireyin vazgeçemediği bir alışkanlık haline dönüşecek. Peki ya ne yapılmalı? Tarımda reform yapılmalı evet, tarımda reform gerekiyor evet… Ancak işe uluslararası örgütlere bağımlılıktan kurtulmakla başlamak gerekiyor. Yoksa yapılacak her reform bu örgütlere hizmet etmekten başka bir işe yaramayacaktır.

AZERBAYCAN ERMENİSTAN GERGİNLİĞİ

Ermenistan ile Azerbaycan arasında uzun yıllardır devam eden gerginlik son zamanda iyice gerildi ve neredeyse savaş noktasına vardı. Ermenistan silahlı güçlerinin Azerbaycan askerlerine saldırmasının ardından bu gerginlik başladı. Aslında bu saldırılar 2008 yılından bu yana rutin olarak gerçekleşmektedir. Saldırıların olmadığı bir yıl neredeyse yok. Her saldırıdan sonra uluslararası devletler ve komşu devletler tarafından benzer cümleler duyarız hep. ABD ve AB’den itidal çağrısı, Rusya’dan arabuluculuk teklifi. Türkiye’den kardeş ülke Azerbaycan’ın yayındayız, her türlü desteğe hazırız gibi klişe mesajlar…

Kıymetli Müslümanlar! Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki meseleye hangi gözle baktığınız önemlidir. Her konuya olduğu gibi bu konuya da İslami zaviyeden-çerçeveden bakmalıyız. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sözde bağımsızlıklarını ilan eden devletler olan Ermenistan ve Azerbaycan arasında bitmek tükenmek bilmeyen sorunlar yaşanmaktadır. Ermenistan işgal ettiği Azerbaycan topraklarından geri çekilmemiş ve 1994 yılından beri bu işgalini halen devam ettirmektedir. Azerbaycan topraklarını ikiye bölen ve Nahcivan’ı ayıran bu işgali kabul etmek, rıza göstermek İslami açıdan haramdır. Zira her ne kadar Azerbaycan’da katı bir laiklik uygulansa da, iktidardakiler kâfir devletlere göbekten bağlı yönetim olsalar da Azerbaycan halkı Müslüman bir halktır ve bu topraklar İslami topraklardır. Ermenistan 3 milyondan daha az bir nüfusa sahip olmasına rağmen Rusya’nın desteğiyle bölgede çıbanbaşı olmaya devam etmektedir. Yapılması gereken şey, Dağlık Karabağ topraklarının aslına rücu etmesidir, Azerbaycan’a her ne şekilde olursa olsun ilhak edilmesidir. Şayet Ermenistan laftan anlamıyorsa o takdirde silah zoruyla bu bölgeden sökülüp atılmalıdır. Azerbaycan hem iktisadi varlığı, hem doğal zenginliği hem de 10 milyondan fazla nüfusu ile bunu yapabilme gücüne sahiptir. Ancak bölgedeki diğer Müslüman ülkeler gibi Rusya’dan izin almadan kılını dahi kıpırdatmamaktadır. Sanki işgal edilen topraklar kendi toprakları değilmiş gibi yıllardır bu aşağılanmaya karşı boyun eğmeye, Rusya’nın gözünün içine bakmaya devam etmektedir.

Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununa bakışı da Azerbaycan’ın bakışından farklı değil. Göstermelik sert çıkışlar, sınırların kapatılması, diplomatik ilişkilerin sıfıra indirilmesi gibi hiçbir işe yaramayan yaptırımlar ile Azerbaycan’ın yanında olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Hem Azerbaycan hem de Türkiye bu ikili oyundan oldukça memnun. İkisi de bir şeyler yapar gibi görünüyorlar. Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ilişkilere gelince bu ilişki denildiği gibi öz kardeş değil üvey kardeş ilişkisidir. Her fırsatta kardeş ülke sözcükleri dillerden dökülüyor olsa da menfaat her daim kardeşliğin önünde yer almaktadır. Bu realite Azerbaycan’ın ithalat ve ihracat rakamlarında açık bir şekilde kendini göstermektedir. Azerbaycan, en çok Rusya’dan ithalat yapmaktadır. Petrol, doğalgaz ihracatında ise İtalya ilk sırada yer almaktadır.

Bununla birlikte Aliyev yönetimi ülkede sıkı bir laik politika uygulamaktadır. CHP zihniyetini aratmayacak derecede Müslümanlara baskı uygulamakta ve kendi siyasi anlayışına uymayan, boyun eğmeyen âlim şahsiyetleri sorgusuz sualsiz cezaevine göndermektedir. Nitekim 2010 yılında okullarda ve kamu kurumlarında başörtüsü takmak kanunen yasaklanmıştır. Tüm diktatör yönetimlerde olduğu gibi Aliyev yönetimi de Ermenistan’a, Rusya’ya sesini çıkartamazken kendi halkına cellat kesilmiştir. Kıymetli Müslümanlar buradan hem Azerbaycan hem de Türkiye yöneticilerine sesleniyoruz. Oyun oynamayı artık bırakın. Rusya ile iyi geçinme, onu incitmeme, üzmeme gibi sefil siyasetleri terk edin. Ermenistan’ın işgal ettiği Dağlık Karabağ topraklarını derhal işgalden kurtarın. Bu iş sizin için 1 günlük bir mesele bile değildir.  Azerbaycan ile Türkiye’nin birleşip tek devlet olduğunu ilan edin. Laikliği terk edin ve Müslüman halkınıza adaletle, Allah’ın indirdikleriyle hükmedin. İşte kardeşlik budur, dostluk ve samimiyet budur! İşte kurtuluş ve izzet budur!

AYASOFYA LOZAN’IN YILDÖNÜMÜNDE AÇILIYOR

Bu Cuma önemli bir güne şahitlik edeceğiz. Bildiğiniz gibi Ayasofya 24 Temmuz günü kılınacak Cuma namazıyla birlikte yeniden ibadete açılacak. Ayasofya’nın yeniden ibadete açılma kararından sonra tüm dünyada Müslümanlar büyük sevinç yaşadılar, coşkuyla Ayasofya’nın ibadete açılacağı cumayı bekliyorlar. Pakistanlı Müslümanlar, Bosnalı Müslümanlar, Afrika ve uzak doğulu Müslümanlar bu tarihi mekânın aslına rücu etmesini sabırsızlıkla bekliyorlar.

 

Ayasofya’nın Müslümanlar için önemini, değerini kelimelerle ifade edemeyiz elbet. Bu, yaklaşık bir asırlık özlem…

Ayasofya Müslümanlar için ibadete açılacak herhangi bir camii değil ki, camiden öte bir şey… Ayasofya İstanbul’un fethi ile bambaşka bir anlam kazandı. Ayasofya bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasını sembolize eden bir mescit. Ayasofya Müslümanlar için, İslam ümmeti için bu kadar önemli… Bu sebeple, Müslümanlar Ayasofya’nın hem cami hem müze olarak kullanılacak olmasını, içindeki küfür figürlerinin tamamen kapatılmamasını konuşmuyorlar. Bu durum Müslümanların hoşuna gitmiyor ama yeniden ibadete açılacak olması bile onlara yetiyor. Ayasofya’yı özlemle kucaklıyorlar.

Kıymetli Müslümanlar! Geçen hafta gündem değerlendirme toplantımızda Ayasofya'nın yeni statüsü ile ilgili düşüncelerimizi ifade ettik. Yarı cami yarı müze olarak açılacak olan Ayasofya'nın bu haliyle esaretten kurtulmuş sayılamayacağına dair hakikatleri dile getirdik. Sadece vakit namazlarında cemaatle namaz süresi içinde camii olan, kalan zamanda müze olan dünyada başka tek bir mescidin olmadığını söyledik. Ayasofya İstanbul’un fethedilmesi ile kazandığı değeri yeniden kazanacaksa, aslına rücu ettirilecekse, Fatih’in yaptığı gibi ikonların üzerinin kalıcı bir şekilde kapatılması ve sadece cami olarak açılması gerekir. Bu sözümüzü bir kez daha tekrarlıyoruz ve gereğini yapmaları konusunda yetkilileri uyarıyoruz. Görünen o ki, yöneticiler bu yanlışı sürdürmeye, kendi bildiklerini okumaya ve Allah'ı razı etmek yerine batılı dostlarını üzmeme konusuna hassasiyet göstermeye devam edecekler.

Biz Ayasofya’nın ibadete açılmasını Müslümanların coşku ile karşılamalarını çok ama çok önemsiyoruz. Çünkü bu duygular İslam ümmetinin özlemlerinin sönmediğini gösteriyor, bu durum ümmetteki kor ateşin tekrar alevlenip küfrü yakıp yıkacağını bize haber veriyor. İnşallah Ayasofya’nın gelişi, Hilafetin gelişinin habercisidir. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter! Bazen kâfirlerin, zalimlerin, münafıkların eliyle diğer kâfirleri, zalimleri, münafıkları cezalandırır Allah, böylece zaferin kapılarını aralar. Ancak nihai zafer muttaki müminlerin eliyle gerçekleşir. En sonunda kâfirlerden, zalimlerden, münafıklardan işledikleri cürümlere karşılık intikam alınır elbet.

Evet, Ayasofya’nın 24 Temmuz’da açılıyor olmasına da biraz değinelim. Bu tarihin seçilmesi ayrı bir mesaj içeriyor. Bilindiği gibi 24 Temmuz Lozan Anlaşmasının imzalandığı tarihtir. Bu anlaşmanın gizli ve açık maddelerinin uygulaması neticesinde Hilafet yıkılmış, ümmet paramparça edilmiş, aralarına hem fitne tohumları ekilmiş hem de tel örgüler çekilmiştir. Osmanlı Hilafeti gibi büyük ve güçlü bir devletten; küçük, sömürgeci kâfirlerin uşağı konumundaki karton devletçikler oluşturulmuştur. Bu tarihten sonra da zaten İslam ümmeti bir daha ayağa kalkamamıştır. Ayasofya’nın 24 Temmuzda açılıyor olmasını her ne kadar bazı medya organları Hilafetin ayak sesleri olarak değerlendiriyor olsa da biz biliyoruz ki başta ABD olmak üzere sömürgeci kâfirler Hilafetin sahte olanından da, ruhani olanından da, hatta kendi kontrollerinde olanından bile ürkmektedirler. Hilafetin geri gelmesini bir kenara bırakın onun adının anılmasından dahi korkmaktadırlar. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’dan sonra Hilafeti geri getireceği koskoca bir yalandır. Hilafet, ihlas demektir ve ancak ihlaslı müminlerin eliyle yükselecektir. Maşaların, piyonların onu geri getirmesi nasıl söz konusu olabilir ki? Evet, Ayasofya’nın 24 Temmuzda açılması elbette bir mesaj içermektedir ama bu mesaj Hilafet değildir. Bu mesaj olsa olsa İngilizlerin bu topraklardaki egemenliğinin sona erdiğinin bir mesajıdır. Dünya siyasetini takip eden herkes bilir ki Türkiye, ABD’ye rağmen Ayasofya’yı ibadete açamaz! Bir rahip için Türkiye’ye tehditler savuran, yaptırım kararı alan ABD, Ayasofya’nın açılmasını istemeseydi çok daha büyük tehditler savurur, yaptırımlar uygulardı. Ama bunu yapmadı ne yaptı? “Kaygı duyuyoruz, üzgünüz” gibi diplomatik sözlerle konuyu geçiştirdi. Bu tür politik cılız tepkiler ABD’nin Ayasofya’nın açılmasına onay verdiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Ayasofya’nın açılması için 24 Temmuz tarihinin seçilmesi Lozan Barış Anlaşmasının mimarı ve uygulayıcısı olan İngiltere’ye ve Avrupa’ya verilmiş bir mesajdır.

Kıymetli Müslümanlar, Sayın Basın Mensupları! İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesi bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasıyla neticelenmiştir. Bugün Ayasofya’nın yeniden ibadet açılmasıyla hiçbir şey değişmeyecek. Değişen tek şey İstanbul’da Diyanete bağlı cami sayısının bir daha artmasıdır. Hatta ve hatta bu görevi diyanet tam olarak üstlenmek bile istemiyor. Diyanet biz Ayasofya’ya sadece imam ve müezzin verelim diyor adeta… Gerisi yine Kültür Bakanlığı’nın yetkisinde kalacak ve Ayasofya şanına yakışır bir şekilde açılamayacak maalesef…

Peki, Ayasofya böyle mi açılmalıydı? Yeni bir çağın açılışı böyle mi olmalıydı? Yeni bir çağ, yeni bir hayat, yeni bir düzen dünyaya mesaj veren ideolojik bir fikir ile olur. Yeni bir çağın kapılarının açılması ve oradan içeriye girmek gümbür gümbür olmalı. Bu ise ancak Raşidi Hilafet Devletinin kuruluşuyla gerçekleşecektir. Hizb-ut Tahrir olarak biz bu uğurda gece gündüz çalışmakta ve insanları Hilafeti yeniden kurmaya yani kurtuluşa davet etmekteyiz. Şüphesiz Allah’ın yardımı haktır ve Allah’ın takdir ettiği gün o el Müslümanlara ulaşacaktır.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

21 Temmuz 2020

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.