HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

DEĞİŞİM TV’DE TÜRKİYE’NİN YARGI SORUNU KONUŞULDU

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi M. Emin Yıldırım, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. -Değişim Tv'de Türkiye'nin Yargı Sorunu Konuşuldu -Azerbaycan'ın Zafer Kutlamaları -İhanet Kervanı'na Fas'da Katıldı -Yağmur Duası ve Diyanet'in Hali

 

DEĞİŞİM TV’DE TÜRKİYE’NİN YARGI SORUNU KONUŞULDU

Bu hafta toplantımıza yine yargıda reform konusu ile başlamak istiyorum. Zira bugün Türkiye’nin en sorunlu en önemli reel gündemlerinden biri yargı konusu, diğeri de malum zaten ekonomi…

İktidarın geçtiğimiz günlerde yaptığı reform açıklamalarından beri YARGIDA REFORM konusu gündemde kalmaya ve konuşulmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta 09 Aralık Çarşamba günü DEĞİŞİM TV ekranlarında GÜNDEM ÖZEL Programında da bu konu enine boyuna konuşuldu. Programa birçok farklı kurum ve kuruluştan temsilciler, hukukçular ve uzmanlar katıldı. “Türkiye’nin yargı sorunu reformlar ile çözülebilir mi?” sorusuna cevap aradılar. Tabi bizim gözlemlediğimiz kadarıyla Türkiye’de çoğu kimse iktidarın yargı reformunu gerçekçi ve samimi bulmuyor. Çünkü yargıdaki sorunun sadece reformlar ile çözülebileceğini düşünmüyorlar.

Kıymetli Müslümanlar

Yargıdaki sorunların konuşulduğu bu programa Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut KAR’da konuk oldu. Genelde Türkiye’deki yargı sorunu, özelde ise Hizb-ut Tahrir yargılamalarındaki hukuksuzluklar konusunda Süleyman UĞURLU’nun sorularını cevaplandırdı. Bir kez daha deklare ettik ve dedik ki Hizb-ut Tahrir kurulduğu 1953 yılından bugüne çalıştığı hiçbir ülke de şiddete başvurmamıştır. Buna Türkiye’de dâhildir. Türkiye’de faaliyetlerine başladığı 1960’lı yılların başından bugüne Hizb-ut Tahrir’in gizli ve kapalı bir ajandası yoktur. Hizb-ut Tahrir’in hedefi İslami hayatı başlatmak ve yeniden Raşidi Hilafet’i ikame etmektir. Çalışma metodu ise fikri ve siyasi mücadele yolu ile ikna yöntemidir. Türkiye’de de böyledir tüm dünyada da böyledir.  Ancak görüyoruz ki 1960’lı yıllardan bu güne güya daha çok demokratikleşen, güya özgürlüklerin önünü daha çok açan Türkiye Hizb-ut Tahrir’in önünü daha çok kapatmak için uğraşıp durmuş. 1960’lı yıllarda Hizb-ut Tahrir üyesi olmanın cezası 6 ay iken 2000’li yılların başında bu ceza 3 yıla çıkarılmış, bugün ise 7,5 yıl olmuş. Demokratikleşme yolunda, özgürlükler hedefiyle yeni yasalar çıkarılmış, kanunlar değişmiş… Hizb-ut Tahrir ise hiç değişmemiş. Dün ne demişsek bugün de aynı şeyi söylemişiz, bundan sonra da farklı bir şey söyleyecek değiliz. Elif gibi dimdik sırat-ı mustakim yolu üzere yürümeye devam edeceğiz Allah’ın izniyle…

Ama yasaları ve kanunları yamalı bohçaya dönmüş Türkiye yargısı Hizb-ut Tahrir üyelerini kendi hukukunu çiğneyerek “Düşman ceza hukukuna” göre cezalandırıyor. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarına rağmen hukuku çiğniyor, zulümden vazgeçmiyor ve adaletsizlik yapıyor. Bizde susmayacağız, bu sistemin, yargısının bozukluğunu söyleyeceğiz ve adaletsizliğini haykıracağız… Ta ki, hak yerini buluncaya kadar! Ta ki zalimler zulümle abad olunmayacağını görünceye kadar…

AZERBAYCAN’IN ZAFER KUTLAMALARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Aralık Perşembe günü Azerbaycan'ın zafer günü münasebetiyle Bakü'ye bir ziyaret gerçekleştirdi ve İlham Aliyev ile birlikte burada düzenlenen resmi törene katıldı. Adına 'zafer geçidi' denilen törene Ermenistan ile yapılan savaşta hayatını kaybeden Azerbaycan askerlerinin anısını temsilen 2783 Türk askeri de katıldı. Bildiğiniz gibi bu tören Türkiye medyasından gün boyu canlı olarak yayınlandı. Gerek törendeki konuşmalarda gerekse yapılan yorumlarda tarihe atıf yapılarak Azerbaycan Türkiye kardeşliğinin ne kadar samimi ve güçlü olduğu vurgulandı.

Kıymetli Müslümanlar!

Ümmet olarak zaferlere ve sevinçlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu herhalde söylemeye gerek yok. İşte Azerbaycan'daki törende yaşanan görüntüler zahiren de olsa ümmet olarak özlediğimiz görüntülerdi. Halkı müslüman olan iki milletin, iki ordunun yan yana ve gönül gönüle olması ümmet olarak bizleri gururlandırdı. Müslümanlar el ele omuz omuza verdiğinde kafirlerin nasıl hezimete uğradığına hepimiz şahit olduk. Ancak ne yazık ki müslümanların kazandığı askeri zaferler yöneticilerin şahsi menfaatleri ve istismarı sebebiyle siyasi zaferlere dönüşemiyor. Zaferlerimiz ve kuvvetimiz ya milliyetçilik duyguları ile dar bir alana hapsediliyor ya da sömürgeci kafirlerin küresel çıkarlarına yem ediliyor. Bunu niye söylüyorum. Hatırlarsanız geçtiğimiz toplantılarda bu kürsüden Azerbaycan Ermenistan meselesinin siyasi arka planına ışık tutmuştuk. Amerika'nın Kafkasya’daki emellerini anlatmıştık. Türkiye'nin Amerika'nın planları doğrultusunda Suriye ve Libya'da olduğu gibi Kafkasya’da da rol üstlendiğini, Rusya'nın da bu tehdide karşı kendisini korumak için hamleler yaptığını söylemiştik. Nitekim söylediklerimiz haklı çıkmıştı. Zira Azerbaycan 3 gün daha savaşsa Karabağ'ı ele geçirecekken savaşı bıraktı. Dahası Rus askerlerinin barış gücü adı altında Karabağ'ı işgal etmesine razı olan bir anlaşmaya imza attı. Türkiye'de bu anlaşmanın garantörü oldu.

Kıymetli Müslümanlar

Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarının yüzde 70 ini kurtarması elbette zaferdir ve sevinilmelidir. Ancak başta Karabağ olmak üzere kalan yüzde otuzunu teslim etmesi de müslümanlara ihanettir ve karşı çıkılmalıdır. Şimdi bu yöneticiler zaferi ihanetle harmanlayıp kendi iktidarlarını tahkim etmek için şaşalı törenler düzenleyip edebi sözler söylüyorlar. Sözlerinde ve fiillerinde İslam'ın azametinden, ümmet birliğinden eser yok. Varsa yoksa milliyetçilik, varsa yoksa popülizm, varsa yoksa sömürgeci kafirlerle anlaşma ve teslimiyet. İşte bakınız! Cumhurbaşkanı Erdoğan Azerbaycan'daki törende ‘topraktan pay olmaz’ şiirini okuyor İran ise bu şiir egemenliğimize saldırı diyerek kınama açıklamaları yapıyor. Rabbimizin birleşmesini farz kıldığı İslam toprakları asabiyet ve bölgecilik dolayısıyla Müslümanlar arasında kavga vesilesi oluyor. Kaldı ki bu yöneticiler milliyetçilik konusunda da samimi değiller. Zira Azerbaycan'a gösterilen Türk kardeşliği Doğu Türkistan'a gelince adeta dilsiz şeytanlığa bürünüyor. Ne Erdoğan'ın ne de iktidar ortağı olan Devlet Bahçeli'nin Doğu Türkistan hakkında konuştuğunu duydunuz mu! Zalim Çin’i tel’in eden şiirler okuduğunu gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü onların tek kutsalı menfaattir. Onlar için Çin'den gelen paralar Doğu Türkistanlı müslümanlardan daha değerlidir! Daha acısı bu yönetimler yapay sınırlar için birbiriyle didişirken kafirlerin korkuları söz konusu olunca hızlıca birleşiyorlar. Suriye'de olduğu gibi terörle savaş kılıfı adı altında İslami devrime cephe alıp, kapitalist küfür sisteminin korunması için ordularını seferber ediyorlar. İşgalci yahudileri haritadan silmek yerine Suriyeli müslümanları topraklarından silmeye yardım ediyorlar.

Kıymetli Müslümanlar!

Dünyanın dört bir yanında yöneticileri tarafından müslümanlara yapılan bu ihanetler saymakla bitmez. Son olarak buradan Türkiye ve Azerbaycan’ın başındaki yöneticilere sesleniyorum. Demokrasi adına, milliyetçilik adına sömürgeci kafirlerle anlaşarak pazarladığınız zaferler ihanetlerinizi asla örtemez. İslam ümmeti için gerçek zafer; sömürgeci kafirlerin topraklarımızdan tüm unsurlarıyla def edileceği, tek ümmet, tek bayrak ve tek devlet olarak Raşidi Hilafet çatısı altında kardeş olacağımız gündür.

İHANET KERVANI’NA FAS’DA KATILDI

Geçtiğimiz hafta Fas, Arap coğrafyasında son birkaç ay içinde Yahudi varlığı ile normalleşme anlaşmasına varan dördüncü ülke oldu. 1979'dan bu yana ise altıncı ülke oldu. Nitekim ilk normalleşme anlaşması 1979 yılında Yahudi varlığı ile Mısır arasında imzalandı, böylece Mısır Yahudi varlığını tanıyan ilk Arap ülkesi olmuştu. Ardından 1988 yılında Kral Hüseyin’in yönetimdeki Ürdün 1994 yılında Yahudi varlığı ile normalleşen ikinci Arap ülkesi olmuştu. O zamandan bu yıla kadar hiçbir Arap ülkesi Yahudi varlığı ile böyle bir anlaşma imzalamamıştı. Fakat bu hiçbirinin Yahudi varlığı ile ilişkisi olmadığı anlamına gelmiyordu elbet. Bilakis az ya da çok, öyle veya böyle bir şekilde hepsinin Yahudi varlığı ile ilişkileri gayri resmi yollarla sürüyordu. İlk kez bu yıl, ABD Başkanı Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği bir süreç kapsamında Arap ülkeleri peş peşe Yahudi varlığı ile normalleşme anlaşmaları imzalamaya koştular. Önce Birleşik Arap Emirlikleri, sonra Bahreyn, ardından Sudan ve şimdi de Fas. Önümüzdeki süreçte Katar, Suudi Arabistan, Umman gibi ülkelerin bu ihanet kervanına katılacağı söyleniyor.

Kıymetli Müslümanlar

Fakat ortada bir mugalata söz konusu. Zira Normalleşme ile tanıma arasında aslında bir fark yoktur. Biliyorsunuz, 1917 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un yayınladığı deklarasyonla Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerinin önü açıldı. Ardından İngiliz işgal yönetiminin desteğiyle iyice yayılan Yahudi yerleşimciler ve bunların kurduğu terör örgütleri Filistin topraklarını parça parça kemirmeye başladılar nihayetinde 1948 yılında Yahudi varlığı “İsrail” adı altında kurulduğunu ilan etti. Düşünün lütfen, topraklarınızda bir terör örgütü var ve siz bu terör örgütünün sizi yavaş yavaş kemirip kendisine bir devlet kurmasını tanıyorsunuz?  Bunu hangi din, hangi hukuk, hangi siyaset, hangi ahlak, hangi şahsiyet kabul edebilir ki? İşte Filistin’de yaşanan tam olarak budur. Tanıma dedikleri şey, bu gaspçı işgal devletinin gayrimeşru varlığının tanınması ve onunla diplomatik, siyasi, ekonomik, ticari, askeri ilişkiler kurulmasıdır.

Şu duruma bakın ki normalleşmenin tanımadan hiçbir farkı olmadığı halde, Yahudi varlığını tanıyan, her tür ilişkileri kuran ve onu dost ve müttefik olarak görenler normalleşen alçakları kerih gördüklerini ifade ediyor? Halkı Müslüman ülkelerden Yahudi varlığını 1951 yılında ilk tanıyan Türkiye bunlardan biridir! Sanki Filistin meselesi, Arapların veya Filistinlilerin meselesiymiş gibi, Yahudi varlığını tanıma ve onunla ilişki kurma konusunda Arap ülkeleri ile Arap olmayan halkı Müslüman ülkeler arasında ayrım yapılıyor. Arap ülkesi olunca adı normalleşme, Türkiye gibi Arap ülkesi olmayınca adı diplomatik ilişki oluyor! Saptırmacaya bakın. Aslında Yahudi varlığı ile atılan imzalarla birlikte maskeler de bir bir düşmüş oldu. İslam beldelerinin işbirlikçi yöneticileri Yahudi varlığı ile ilişkilerini alenen ilan edip normalleşebilir ama halklar nezdinde kıyamet kopana kadar Yahudi varlığı ile ilişkiler asla ve kat’a normalleşmeyecektir. Atılan bu imzalar kukla yönetimlerin ve yöneticilerin devrilişinin habercisi olmaktan başka da bir şey değildir. 

Filistin meselesi İslami bir meseledir, hiçbir dil, ırk, renk veya etnik gruba ait değildir. Zira Filistin, Müslümanların ilk kıblesidir, ayet-i kerimelerle anılmış üç mukaddes mekandan biridir, Allah Rasulü’nün İsra ve Mirac toprağıdır. Sadece Arapların veya Filistinlilerin meselesi değildir. İslami meseleler ise ancak İslam’ın emrettiği şekilde ve İslam’ın ahkamını tatbik eden bir devlet eliyle çözülür. O da lanetlenmiş gaspçı Yahudi varlığını kökünden söküp atacak olan Raşidi Hilafet Devleti’dir.

YAĞMUR DUASI VE DİYANETİN HALİ

Allah Rasulu SallAlahu Aleyhi ve Sellem’in buyurduğu üzere "Dua, müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur." Dua, acizliğin itirafıdır aynı zamanda. Kudretin kimin elinde olduğunun beyanıdır. Yerlerin ve göklerin sahibine bir sesleniştir dua. İşte bu nedenle “Rasulum de ki; Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” Buyurmuştur Allah Subhanehu ve Teala. Evet Dua önemlidir. İşte bu öneme binaen Diyanet İşleri Başkanlığı, son dönemde yaşanan kuraklık nedeniyle tüm camilerde Cuma namazı sonrasında yağmur duası yapılacağını duyurdu ve Cuma namazının farzını takriben cemaatle birlikte yağmur duası yaptırdı.

Hutbede su israfına değinen Diyanet, “Biz gökten uygun bir ölçüde su indirir ve onu yeryüzünde tutarız. Kuşkusuz bizim onu tamamen gidermeye de gücümüz yeter.” ayetini de okuyarak asıl gücün ve sığınılacak makamın kim olduğunu hatırlattı. Duada ise kuraklık sebebiyle Allahu Teala’nın Rahmetini, bereketini, lütfunu, keremini, istiyoruz denilerek yağmur için niyazda bulunuldu. Buraya kadar her şey normal ve olması gereken şekildeydi. Ta ki, “Ya Rabbi! Birliğimizi, dirliğimizi, kardeşliğimizi ve muhabbetimizi daim eyle! Devletimizi ve milletimizi dahili ve harici düşmanlardan muhafaza eyle” ifadesine kadar… Şimdi tekrar hatırlayalım dua neydi?  Acizliğin itirafı!  Peki, bu devlet hangi esas üzerine kuruludur? Laiklik! Laiklik ne demektir? Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, göklerin Allah’a, yerlerin insana taksim edilmesidir! Laiklik, Allah’ı dünya hayatına hükmetmede (haşa) aciz kabul etmektir!

Kıymetli Müslümanlar!

Bakınız Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dua hususunda ne ders veriyor:  “… Allah’ın Resulü, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp ‘Ey Rabbim’ diye dua eden bir yolcuyu anlatarak şöyle buyurdu: ‘Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve netice itibariyle haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?” Bu hadisi şeriften de anlaşılacağı gibi duanın kabul edilmesi için ilk önce haramlardan uzaklaşmak gerekir. Ellerini samimiyetle kaldırıp Allah’a niyaz eden Ümmet-i Muhammed’i tenzih ederiz ama faizi, fuhşu, zinayı, kumarı, alkolü serbest kılıp, umuma yayan ve Müslümanları ifsat eden, laikliği tatbik eden bir devlet için dua ettirmek, Müslümanların samimiyetle icabet ettiği yağmur duasını fesada uğratmak değil de nedir? Söyler misiniz? Allah bu duaya nasıl icabet etsin? Hem laiklik ilkesi ile senin hükmünü tanımam diyerek insanları tuğyana çağıran devleti muhafaza et diyeceksin hem de Ya Rabbim biz aciziz sen güçlüsün deyip yağmur isteyeceksin. Bu ne yaman bir çelişkidir? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır!

Laikliği tatbik eden bir devletin Allah ile bir bağı kalmış mıdır ki, Allah onu muhafaza etsin diyerek duada bulunuyorsunuz? Bu ağızla edilen dua makbul olur mu? Müslümanları ne kötü işlere sürüklüyorsunuz! Allah kullarına öyle şefkatli ve öyle merhametlidir ki gökten yağmurunu eksik etmedi ve etmeyecektir. Bunun sebebi sizin ettirdiğiniz fasit dua değildir elbet. Bu topraklarda yaşayan, mazlum, mustazaf kullardır. Tertemiz bir akıl ve tertemiz bir nefis ile Rabbine sığınanlardır. Bu topraklarda yaşayan yetimlerdir, öksüzlerdir. Bu topraklarda yaşayan muhacirlerdir, Ensarlardır! Allah’ın rızıklandırdığı bin bir çeşit canlılardır.

Ey Diyanet yetkilileri size Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den son bir nasihati hatırlatıyoruz. Umulur ki böylece akledersiniz: "Yer yüzünde infaz edilen ilahî bir hüküm (had), orada yaşayanlar için kırk sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır."

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.