HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 11 Kasım 2025

“Laik Cumhuriyet, görece güzel uygulamalar gösterilerek meşrulaştırılamaz! Zira Cumhuriyet, Allah’ın dininin hayattan uzaklaştırılması demektir.”

10 KASIM TÖRENLERİ

Kocaeli Valiliğinin 10 Kasım’da M. Kemal adına camilerde mevlüt okunması yönündeki talimatının ardından her yıl rutin hale gelen bir tartışma da alevlenmiş oldu. 2025 yılında Atatürk tartışması yaşanması aslında Mustafa Kemal’i ölümsüzleştirme/tanrılaştırma gayretinin de başarısız olduğunun göstergesidir. Evet Kemalizm başarısız olmuştur! Zira o ne akla ne de vicdana hitap etmektedir. 

Bir insanın tanrısallaştırılması antik çağlardan kalmış, gerici bir yaklaşımdır. Akıl bunu kabul etmez. Normal akıl sahibi olan herkes bu tezi reddeder. Ancak özellikle Anıtkabirdeki anı defteri akıl tutulmasının en üstte devlet ricalinde yaşandığını göstermektedir. Önemli gün ve olaylarda Anıtkabir’i ziyaret eden devlet ricali, oradaki anı defterine sanki yaşayan bir kişiye mektup yazar gibi mesajlar yazmaktadır. Oysa ölüler duyamaz! göremez! Bu hakikatin farkında olan akıl sahipleri elbette bu kutsama ritüellerine itiraz etmektedir. Bu küçük düşürücü ritüellerin halkımıza hiçbir katkısı yoktur. 

Ancak mesele, bir adamın ölümsüzleştirilmesinden öte Kemalizm’in yani dini hayattan kopartmanın, yani laik Cumhuriyetin korunması meselesidir. Cumhuriyete yüklenen anlam ile Mustafa Kemal mistizm’i birleştirilerek Cumhuriyetin kutsanması sağlanmak istenmektedir. Bu nedenle belki de dünyada tek olan bir uygulama ile Mustafa Kemal kanunla koruma altına alınmıştır. 

Bugüne kadar yüzlerce insan bu kanun işletilerek Mustafa Kemal’i eleştirdiği veya onun getirdiği laik cumhuriyetin gayrı İslami uygulamalarına karşı çıktığı için tutuklandı, cezalandırıldı. İnançları gereği okullarda zoraki dayatılan 10 Kasım törenlerine katılmayı kabul etmeyen nice öğrenci ve eğitimciler soruşturmalara maruz kaldı. Eski Türkiye’de durum böyleydi yeni Türkiye’de değişen bir şey yok. Hatta yeni Türkiye’de bu dayatma Allah’ın evleri olan camilere kadar getirildi. Mustafa Kemal’in İslam’ı reddettiği bilindiği halde devlet eliyle bazı camilerde ona mevlüt ve dua programları yapılması talimatı verilerek mesele adeta zorunlu ibadete dönüştürüldü. 

Akıl, kişilerin kalkınmışlığını davranışlarında, eserlerinde görebilir. Bir kişinin kalkınmışlığını, yüceliğini görmek için onun davranışlarına bakmanız gerekir. Aynı şekilde bir toplumun kalkınmışlığını da sahip olduğu fikirlerde, tatbik edilen nizamda, aralarındaki duygu bütünlüğünde aranmalıdır. Görüyoruz ki, Mustafa Kemal’in inşa ettiği Cumhuriyetin nesilleri her bir tabakası kalkınmış değil bilakis geri kalmış toplum ve nesillerdir. 

Mesela; Mustafa Kemal’in ölümünün hemen ertesinde 15 Kasım tarihli Cumhuriyet Gazetesinin şu haberine bakın: “Dolmabahçe sarayı, Atatürk’ün mübarek naaşını kollan arasında olduğu günden beri hakiki bir türbe halini almıştır. Bu türbeyi, her gün on binlerce kişi tavaf edip etrafında ağlaşmaktadır... Büyük ölüyü görebilenler üzerine atılıp ağlaşmakta ve bazıları düşüp bayılmakta oldukları için, Atatürk’ün naaşı kimseye gösterilmemektedir ... Birçok kimseler, şırınga esnasında onun kanının sürüldüğü bezleri istemektedirler.”

Türbeleri yasaklayan, türbe ziyaretlerini gericilik olarak gösterenlerin bu ibretlik durumu nasıl bir zihinsel çöküş içinde olunduğunun da göstergesidir. Evet, Kemalizm’in yetiştirdiği bu toplum fikren ve iktisadi açıdan geri kalmıştır. Dünya halklarına vereceği bir mesajı olmayan, varlık amacını yitirmiş, aralarındaki bağ zayıflayıp kopma noktasına gelmiş hatta sırf menfaat bağına dönüşmüş geri kalmış bir toplum haline gelmiştir.  Bu hakikat akıl dışı ritüellerle gizlenmek istense de bunda başarısız olacaklardır. Zira hakikat gölgede kalabilir ama asla gizlenemez. 

Kemalizm’in, onun çağdışı ritüellerinin tartışıldığı bu dönemde, bazı muhafazakar tabanlı yazar çizerlerin de tartışmaya arabulucu olarak katıldıklarını görmekteyiz. Onlar diyorlar ki; “Mustafa Kemal’i ne her şeyiyle kötülemek doğrudur ne de onu kutsamak. Yaptığı iyi şeyleri takdir etmek yanlışları da yanlış olarak kabul etmek gerekir.” 

Bu söylem yeşil Kemalizm’den başka bir şey değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhuriyet kutlamaları ve 10 Kasım'da yapılan tartışmalar hakkında söylediği şu sözlerde yeşil Kemalizm’in nasıl normalleştirilmeye çalışıldığının kanıtıdır. "Atatürk maskesi takarak bu milletin değerlerine düşmanlık edenlere nasıl karşıysak, milletimizin önünde yeni bir yol açan Gazi Mustafa Kemal'e yönelik hakaretamiz ifadelere de aynen karşıyız."

İktidara gelme iktidarda kalma hırsı sizlerin gözlerini kör etmiş, kulaklarınızı hakka karşı kapatmış vaziyettedir. Tekrar ediyorum; mesele Mustafa Kemal meselesi değildir! Mesele laik Cumhuriyeti koruma altına alma meselesidir. Cumhuriyeti korumak için Mustafa Kemal kutsanmış ve tanrısallaştırılmıştır. Dolayısıyla Mustafa Kemal’i savunmak cumhuriyeti savunmak; karşı durmak ise Cumhuriyete karşı gelmektir. Laik Cumhuriyet, görece güzel uygulamalar gösterilerek meşrulaştırılamaz! Zira Cumhuriyet, Allah’ın dininin hayattan uzaklaştırılması demektir. Hiçbir Müslüman buna rıza gösteremez! 

Son olarak tekrar etmek gerekirse; İslam’ın hükümlerinin yerine batı hükümlerinin alınmasının, İslam kültürü yerine batı kültürünün kabul edilmesinin neticeleri ortadadır. Toplumsal çöküş kimsenin reddemeyeceği bir seviyededir. İktisadi açıdan servet bir avuç zenginin arasında dönüp durmakta, halkın büyük bir kısmı sefalet içinde yaşamaktadır. Bu çöküşün tek sebebi ise kuşkusuz laik Cumhuriyetin ta kendisidir. Odaklanması gereken nokta da işte burasıdır.  Doğru kalkınmak için yapılması gereken ise İslam’ın fikri liderliğine sarılmak, bu fikri liderliği hayata tatbik etmek ve aleme yaymaktan geçmektedir. Mesele bundan ibarettir.  

AHMET ŞARA’NIN ABD ZİYARETİ

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, dün 10 Kasım Pazartesi günü ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Şara, Beyaz Saray’da ABD Başkanı Trump tarafından karşılandı ve ikili arasında 1,5 saat süren basına kapalı bir görüşme yapıldı. Yine bu ziyaret kapsamında Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD Dışişleri Bakanı Rubio arasında geniş kapsamlı bir toplantı yapıldığı açıklandı. Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Witkoff, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Tomm Barrack ile ABD Başkan Yardımcısı Vance de Trump’ın Şara ve ekibiyle yaptığı görüşmeye katılanlar arasındaydı. Yani ABD-Suriye ve Türkiye üçgeninde yoğun bir görüşme trafiği, alınan bazı kararlar ve yapılan önemli açıklamalar var.

Önce Trump’ın açıklamasından başlayalım. Trump, Suriye Cumhurbaşkanı ile vakit geçirmekten onur duyduğunu, birlikte Ortadoğu’da barışın detaylarını değerlendirdiklerini ve tekrar görüşmek istediğini söyledi. Trump’ın ziyaretten mutlu olduğunu ve Şara’nın görevlerini yerine getireceğine inandığını söylemesinden anlıyoruz ki, muhatabından istediklerini almış. Ki gerek ikili görüşmede Trump’ın masada oturup Şara’nın yanında ayakta beklediği fotoğraf, gerekse Şara ve ekibinin Trump’ın önünde sıra sıra hizalanarak oturduğu fotoğraf olsun, ABD-Suriye ilişkilerinin nasıl bir zeminde yürüdüğünü açıkça göstermektedir.

Bu zemin, Trump’ın tüm diplomatik teamülleri çiğneyerek kendisini efendi, karşısındaki hizmetçi konumuna oturttuğu zemindir. Daha özel olarak bu zemin, ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun "İslam beldeleri yöneticileri hakkında bizimle 5 dakika görüşebilmek için yalvarıyorlar" dediği zemindir.

Gerçek şu ki, Şara-Trump görüşmesinde alınan kararlar aslında Suriye Cumhurbaşkanı’nın Beyaz Saray’da ağırlanmasından çok önce ittifak edilmiş meselelerdir. Zira Suriye sahasını yakından takip eden herkes, ABD ile Şara yönetimi arasındaki entegrasyonun yıllar önce HTŞ’nin İdlib’teki yönetimi esnasında sağlandığını fark edecektir.

8 Aralık’ta zalim Esed’in kaçıp Şam’ın ele geçirilmesinden hemen sonra Hakan Fidan Avrupa basınına bu gerçeği itiraf etmiştir. Türkiye’nin 10 yıl boyunca HTŞ’yi ılımlılaştırmak için çalıştığını ve gelinen noktada Şara ve ekibinin Batı için tehdit olmadığını söylemiştir. Dahası Ahmet Şara, 2021 yılında Amerikan PBS kanalına verdiği röportajda " Avrupa'ya ve ABD'ye herhangi bir tehdit oluşturmadıklarını, terör listesinden çıkarılmaları gerektiğini, IŞİD'e karşı savaşta rol oynadıklarını ve Şam sahasının dış bölgelerde cihat etmek için bir basamak olmadığını savunmuştu."

Yani Şara, nasıl bir Suriye istediğine dair niyetini daha o zamanlar izhar etmişti. Bu niyetinin karşılığı olarak ona istediği şey verildi. Yönetime gelirken ne ABD, ne Batı, ne de Rusya tarafından herhangi bir engelle karşılaşmadı. Devrimin bittiğini, artık kapsayıcı laik bir yönetim ışığında Suriye’nin sözde kalkınması ve istikrarı için çalışacağını ilan etti. Sonra Şam’da ABD Büyükelçiliği törenle açıldı, sonra Sezar yaptırımları askıya alındı, sonra IŞİD’e ve ılımlı olmayanlara Suriye’de ABD’nin saldırı düzenlemesine izin verildi, hatta Suriye güvenlik güçleri ABD ile birlikte operasyona katıldılar. En önemlisi ise Suriye’nin dış bölgelere cihat için basamak olup olmayacağı sözünü Yahudi varlığının saldırıları karşısında sessiz kalarak kanıtlamış oldu.

Şimdi tekrar bugüne dönelim ve Şara-Trump görüşmesinde konuşulan konulara bakalım. Başlıklar şunlar:

1 - Sezar yaptırımlarının tamamen kaldırılması. Bunun için ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Brian Mast ile Şara arasında uzun bir toplantı yapıldı ve ön onay alındı.

2 - Suriye’nin ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyona resmi olarak katılması. Bu konuda Suriye Enformasyon Bakanı Hamze El Mustafa, dün Trump’ın davetinden hemen sonra ABD ile siyasi iş birliği bildirisinin imzaladığını açıkladı.

3 - Suriye ile Yahudi varlığı güvenlik anlaşmasının tamamlanması. Bu zaten hazırdır, sadece ilan edilmesi için uygun zamanı bekliyor. Zira Ahmet Şara 25 Ağustos’ta Yahudi varlığı İsrail’le güvenlik anlaşması yapılacağını, bu kararı almakta tereddüt etmeyeceğini söyledi. Anlaşmanın tamamen işgalci Yahudilerin lehine 3 tampon bölgeyi içereceğini gösteren haritalar bile yayınlandı.

Geriye sadece SDG’nin Şam yönetimine entegrasyonu kalıyor ki bu Şara ile değil ABD ile ilgili ve onun tasarrufunda olan bir meseledir. Trump yönetimi, ABD’nin İslami devrimi engellemek için bunca yıl besleyip büyüttüğü bir terör örgütünü Suriye ordusuna nasıl yerleştirileceği ve Müslüman Suriye halkının bu taşeron yapıyı nasıl hazmedeceği konusunda henüz kararını verememiştir.

İşte sömürgeci kafir Trump’ın "onur duydum" dediği görüşmenin hakikati kısaca böyledir. Bu tabloda ne Suriye halkının ne de İslam ümmetinin kazandığı bir şey vardır. Peki bu ziyaretin sonuçları hakkında Şara ne düşünüyor? Görünüşe göre Şara da tıpkı Trump gibi halinden son derece memnun. Zira onun görüşme sonrası ABD basınına yaptığı şu açıklama her şeyi özetliyor ve üzerinde uzunca düşünmeyi gerektiriyor: " Suriye Artık ABD İçin Bir Tehdit Değil, Jeopolitik Bir Müttefikiz."

Ne demek bu? Sömürgeci kafir ABD ile müttefik olmayı başarı saymak, bununla övünmek hangi dinin, hangi siyasetin ürünüdür? İslam, kafirlerle dost ve müttefik olmayı büyük günahlardan sayar, siyasi basiret ABD ile örtünenin çıplak kalacağını öğretir. Vicdan ve ahlak sahipleri ABD’nin kötülüğü konusunda hem fikirdir. Siz kimin yöneticisiniz, kimi temsil ediyorsunuz? Siz hangi akıldan, hangi duygudan besleniyorsunuz?

Suriye halkının ve mücahitlerin yıllardır verdiği fedakar mücadele, ABD ile müttefik olmak için miydi? Yüzbinlerce Müslüman, sizin ucuz menfaatleriniz için mi şehit oldu? Bu kararları alırken Allah’tan hiç mi korkmuyor musunuz? Kendinizden ve ümmetten hiç mi utanmıyorsunuz? Şunu sakın unutmayın, dinlerine uymadığınız sürece kafirler sizden asla razı olmayacaktır. Ne kadar taviz verirseniz ABD daha fazlasını isteyecektir. Ne kadar teslimiyet gösterirseniz zincirleriniz o kadar çoğalacaktır. Sömürgeci kafir ABD İslam coğrafyasında son oyununu oynamaktadır ve Trump’ın Ortadoğu barışı dediği şey, Suriye dahil İslam beldelerini, Yahudi varlığını korumak, Çin ile savaşmak ve müstakbel hilafet devletine karşı yakıt olarak kullanma projesidir. Bu habis planda sizin payınıza kalkınma ve istikrar değil sadece kaygı ve zillet düşecektir. Ahiret hesabı ise çok daha büyüktür.

Allah Azze ve Celle’nin şu uyarısı ile bitiriyorum:

“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.” (Mümtehine 1)

Hizb-ut Tahrir Türkiye

11 Kasım 2025

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.