Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 15 Temmuz 2025
“İslam ümmetini birleştirmek, coğrafyamıza barış ve huzur getirmek, terör devleti kâfir ABD’ye mi kaldı?”
AKP–MHP–DEM İttifakı
Siyasi menfaatlerin, kişisel çıkarların ve tahakküm hırsının hoyratça hüküm sürdüğü bir dönemi yaşıyoruz. Bu dönem, ümmetin inancını, değerlerini, ahlakını hedef alan kirli bir siyaset çağıdır. Türkiye’de şekillenen AKP, MHP ve DEM Parti arasındaki dolaylı ve örtülü ittifak, asla sadece politik bir manevra ya da geçici bir taktiksel hamle olarak görülmemelidir. Bu durum, ilkesizlikle yoğrulmuş demokratik sistemin, çıkar ve menfaat döngüsünü var oluş gayesi haline getirmiş siyasal yapılarının geldiği son noktadır.
Bir zamanlar meydanlarda birbirlerine galiz ifadelerle hakaretler savuran liderlerin, bugün aynı sofrada buluşması… Dün terörün siyasi ayağı olarak gördükleri partiyi, bugün kendi ittifaklarının “kilit taşı” olarak takdim etmeleri… Bu ancak “demokrasi” adı verilen çukur düzende mümkün olabilecek bir tablodur. Peki ne oldu da dün “terör destekçisi” ilan edilen DEM’le, DEM’in “faşist”, “diktatör” diye aşağıladığı partiler bugün kol kola girdi?
Hatırlayalım. Dönüm noktası, 2024 Eylül’ünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “iç cephe” söylemiyle verdiği yeni anayasa mesajıydı. 1 Ekim 2024’te TBMM’nin açılışında Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması, sürecin sembolik startını verdi. 22 Ekim’de Bahçeli, Öcalan’ın TBMM’de konuşabileceğini ve örgütün tasfiye edilmesi gerektiğini dillendirdi. Bu söylem, “Terörsüz Türkiye” mottosuyla genişletildi. Ardından İmralı ziyaretleri, Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, PKK’nın 12 Mart 2025’te kendini feshetme ilanı ve 11 Temmuz’da silahların bırakıldığı açıklamaları geldi.
Birkaç gün önce Erdoğan’ın açıkça “Bundan sonraki süreci AK Parti, MHP ve DEM Parti ile birlikte pişireceğiz” demesi, aslında perde arkasındaki politik hesapların itirafıdır. Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışını siyasetinin merkezine yerleştirmiş bir liderdir. İnanç, mukaddesat, maneviyat, millet, vatan… Ne varsa bu uğurda birer “siyasal meta”ya dönüştürülebilir halkın duyguları istismar edilerek tüketilebilir. Demokratik siyasetin kodlarını çok iyi okuyan Erdoğan, halk desteği zayıflasa da siyaseti mühendislikle yöneterek iktidarını sürdürmeyi bilmiştir.
Dün hendek olaylarında MHP’yi yanına alarak siyasetine Türk milliyetçiliği elbisesi giydiren Erdoğan, bugün CHP’ye karşı DEM’i yedekleyerek cephesini genişletmenin peşindedir. Yeni anayasa için yeterli sayıya ulaşamayan Cumhur İttifakı, bu eksiği DEM ile tamamlayarak anayasal düzenlemeleri DEM’in de desteğiyle gerçekleştirmeyi planlıyor. Erdoğan için bu kazan kazan denklemidir: Hem iktidarını tahkim edecek, hem de yeni dönemde tekrar seçilmenin altyapısını kurma adına iyi bir fırsattır.
DEM Parti de bu tabloda kendi kazanımlarını elde etmenin peşindedir. “Terörsüz Türkiye” sürecinde ana muhatap yapılmaları, Kürt meselesinde öne çıkarılmaları, belediyelerine kayyum atanmaması gibi vaatler onlar için ciddi kazanımlardır. Her ne kadar ittifak, süreçle sınırlı görünse de, doğası gereği bu ortaklık DEM’in muhalif çizgisini etkisizleştirecek kadar uzun soluklu bir birlikteliğe evrilecektir.
Ve işin dış siyaset boyutuna gelecek olursak… Daha önce buradan ve farklı platformlarda belirttiğimiz üzere bu sürecin baş aktörü ABD’dir. ABD’nin Ortadoğu Coğrafyası ile alakalı planları bölgede kontrolsüz örgüt bırakmak istememektedir. Farklı kulvarlara hizmet eden, etme ihtimali olan, hiçbir örgütün kendi halinde kalmasına müsaade etmek istemiyor. Onları ya farklı şekillerde tasfiye etmekte, ya da onları yeni isimler altında uydu devletlerin bünyesinde eritmektedir. Ya da uyuyan hücrelere dönüştürülen yapılar, zamanı geldiğinde yeniden sahaya sürülebilecek şekilde nadasa bırakılmaktadır.
Demokratik sistemdeki hiçbir parti, inancımızı, değerlerimizi, kimliğimizi temsil edemez. İlkesizliğin ilke, menfaatin kutsal, iktidar hırsının ahlakın önüne geçtiği bu sistem; bizim sistemimiz değildir. Maslahat adı altında meşrulaştırılmaya çalışılan bu ittifaklar; Müslümanların değil, liderlerin ve partilerin maslahatıdır. Bir asırdır başımıza bela olan laik demokratik Kemalist sistem, bizzat sorunların kaynağıdır; asla çözümün adresi olamaz.
Dün terörü kimler başımıza musallat ettiyse bugün onların isteği ile bitirenler kısır döngünün farklı şekillerde sürmesine sebep olacaktır. Sorunla çözüm aynı kaynaktan doğarsa, çözüm değil yeni krizler doğar. Madem bu düzen sorunların kaynağı ve çözümsüzlüğün aktörü o halde sonuçlarla halkı oyalamanın anlamı yoktur. Kötünün iyisi diye tercih edilenler iyiyi, doğruyu kötüleştirdiler. Adalet, hukuk, hak; sözde değil, fiiliyatta hayatın her alanında hâkim kılınması zorunludur.
İmam Gazâlî’nin dediği gibi “Zalimlerle kurulan maslahat ittifakları, İslam’a değil, şeytana hizmet eder.” O halde; kirli ittifaklarla halkın oyalanmadığı, şahsi menfaatler uğruna ümmetin enerjisinin heba edilmediği Allah’ın hükümleriyle hükmeden, adaleti ayakta tutan İslam Nizamı tek çıkış kapımızdır. Zira Türk-Kürt ve Arap kardeşliği ve ümmet bilinci demokrasiyle değil sadece İslam ile mümkün olabilir.
ABD Büyükelçisi’nin SDG Açıklaması
Az önce de ifade ettiğim gibi, ABD’nin yeni Ortadoğu stratejisinin bir parçası olarak Türkiye’de başlatılan “terörsüz Türkiye” süreci hayata geçirilmeye çalışılırken diğer taraftan, meselenin Suriye kısmı da çözülmeye çalışılıyor. Sömürgeci ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Müslümanları İslam dışı yapay çözümlerle aldatmak ve uysallaştırmak için ziyaret üstüne ziyaret, açıklama üstüne açıklama yapıyor.
Tıpkı kendisini atayan ABD Başkanı Trump gibi, bu sömürge elçisinin de her cümlesinde kibir ve küstahlık var. Onun açıklamaları dikkatle takip edilmeli, üzerine düşünülmeli, ifşa edilmeli ve boşa çıkarılmalıdır. Çünkü büyükelçi, ümmette yeni bir öfke patlaması ve devrim ruhu ortaya çıkmadan önce, işgalci katil Yahudi varlığını Gazze’de saplandığı bataktan kurtarmak için acele ediyor. Bunun için Türkiye’den Suriye’ye, Suriye’den Lübnan’a mekik dokuyor. Gittiği her yerde muhataplarına bazen açık tehdit ve şantaj, bazen de siyasi yem niteliğinde mesajlar veriyor.
Kıymetli Müslümanlar,
ABD’nin bu küstah büyükelçisi Barrack, en son 9 Temmuz’da Şam’a gitti. Orada, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve PKK’nın Suriye kolu SDG’nin lideri Mazlum Abdi ile üçlü bir görüşme yaptı. Toplantının ana gündemi, Şam ile Kuzeydoğu Suriye arasında tıkanan sürecin yeniden canlandırılmasıydı. Bu görüşmeyle, Mart ayında ABD gözetiminde imzalanan 8 maddelik anlaşmayı hayata geçirmek istiyorlar. Anlaşmada siyasi temsil, etnik statü, ateşkes, entegrasyon gibi maddeler var. Ancak SDG’nin ayak diremesi nedeniyle, görüşmeden istedikleri sonuç çıkmadı.
Neden biliyor musunuz? Çünkü ABD, Suriye’nin kuzeyine yerleştirip on binlerce tır silahla desteklediği PYD’yi de işi bittikten sonra kenara atmak istiyor. Tıpkı Türkiye karşı siyasi maşa olarak kullandığı PKK’ya bugün yaptığı gibi.
Hatırlayın, ABD PYD konusunda Türkiye’nin itirazlarına karşı hep aynı argümanı kullanıyordu: PYD’nin IŞİD’le mücadelede önemli bir ortak olduğunu söylüyordu. Bu argümanla hem PYD’yi şımarttı hem Türkiye’yi sakinleştirdi. İşte o ortaklık şimdi bitti. Çünkü öküz öldü! PYD’nin Suriye’deki varlık amacı olan İslami devrimi engelleme misyonu artık işlevini yitirdi. Şimdi o mücadeleyi, kendisini Arap Cumhuriyeti olarak tanımlayan Suriye’nin yeni yönetimi üstlenecek. Artık esamesi bile okunmayan IŞİD’le mücadele adı altında, İslam’la hükmetme ve Yahudilerle savaşma düşüncesine karşı mücadele edilecek.
Zira hem ABD Büyükelçisi Barrack hem de ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasının ve HTŞ’nin terör listesinden çıkarılmasının, bu konuda verilen taahhütler karşılığında yapıldığını açıkladı. Bu yüzden ABD büyükelçisi SDG’ye net bir mesaj verdi. Dedi ki: "Suriye'de bir YPG devleti olamaz. YPG eşittir PKK’dır. SDG'ye bir devlet kurma borcumuz yok. Onlara sadece yeni yönetime geçişte bir yol sunma borcumuz var."
Yani ABD kısaca şunu söylüyor: Suriye tek ülke, tek millet, tek ordu olacak; SDG de hiçbir hak talep etmeden Suriye ordusuna katılacak. ABD, Baba-Oğul Esad döneminde olduğu gibi hiçbir harici gücün nüfuz edemeyeceği şekilde Suriye’nin yine kendi kapalı kutusu olarak kalmasını istiyor. Artık bölünme kartını kullanmaya ihtiyaç yok.
Burada şu soruyu sormalıyız: Suriye’nin merkezi bir yönetime sahip olması kötü bir şey mi? Elbette değil. Çünkü İslam, ümmetin topraklarının ve devletlerinin bölünmesini haram kılmıştır. Sorun burada değil. Asıl sorun, İslam’ın çatısı altında olmak yerine, ABD’nin hükümranlığı ve pis çıkarları etrafında birleşmektir. Bu da tıpkı bölünmek gibi büyük bir günahtır. Hatta egemenliği, birkaç ekonomik kırıntı ve meşru görünme karşılığında kâfir bir devlete vermek açısından çok daha büyük bir günahtır.
Daha acı verici olan ise, bu küstah büyükelçinin Osmanlı örneğini kullanarak şerli planını meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Allah aşkına kıymetli Müslümanlar, soruyorum: İslam ümmetini birleştirmek, coğrafyamıza barış ve huzur getirmek, terör devleti kâfir ABD’ye mi kaldı? Müslüman bir yönetici, böyle bir aşağılanmaya ve kendisine efendilik taslanmasına razı olabilir mi?
Nerede kaldı izzet ve şeref? İman nerede? Heybet, tevhid, cihad ruhu nerede? Siyasi uyanıklık ve feraset nerede? Hepsi bir koltuk uğruna, adına reel politik denilen, sözde kalkınma denilen saptırıcı argümanlarla feda ediliyor. Ne yazık ki bugün Suriye’de olan budur. Suriye halkının devrimi, büyük bir ihanet ve vefasızlıkla karşı karşıya. ABD, Suriye yönetimine diyor ki:
“Ben senin ekonomik ve siyasi sorunlarını çözmeye yardımcı olacağım. Sen de bunun karşılığında İslami yönetimden vazgeçecek, Yahudi varlığının Suriye’deki işgaline sessiz kalacak ve onun güvenliğini sağlamada bana ortak olacaksın. Suriye yönetimi de, Allah’ın gazabı ve Gazze’nin kanları pahasına bunu kabul etme yolunda ilerliyor. Bunun için Azerbaycan’da günbegün Yahudi varlığıyla görüşmeler yapıyor.
İşin ilginç yanı, gözleri taassuptan kör olmuş bazı kimseler ABD büyükelçisinin SDG açıklamalarını sahiplenirken, aynı büyükelçi “Suriye Hükümeti ile İsrail arasında görüşmeler başladı” deyince reddediyorlar. Oysa Müslümanca düşünen herkes bilir ki; ABD Büyükelçisi’nin Sykes-Picot eleştirisi, Osmanlı’yı örnek göstermesi ve bölgeyi terör örgütlerinden arındırmaya çalışması, sadece kendi küresel ve bölgesel çıkarlarını gerçekleştirmek içindir. Yine siyasi idrak sahibi olanlar laikliği ve Yahudi varlığını hazmetmeyen hiçbir rejimin ABD tarafından kabul görmeyeceğini de bilir. Bunun aksini iddia etmek kişinin kendisini ve Müslümanları kandırmasından başka bir şey değildir.
Son olarak nasihat ve çözüm adına şunu ifade etmek istiyorum: ABD’nin desteğinden sakınmak, onunla dostluk kurmamak ve peygamberlik metodu üzere Raşidî Hilafet projesi temelinde, Allah’ın ve ümmetin yardımına güvenerek ona karşı açık siyasi mücadele başlatmak; hem imanın gereğidir hem de ümmetin kurtuluşu ve zaferi için tek yoldur. Çünkü ABD ile işbirliği yapmanın sonu, ya kullanılıp atılmak ya da kullanılıp atılma korkusuyla zillet içinde yaşamaktır. Allah her ikisinden de Ümmet-i Muhammed’i muhafaza eylesin.
İTÜ’DE KUR’AN-I KERİM HAZIMSIZLIĞI
Bildiğiniz gibi birkaç gün önce İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi'nin mezuniyet töreninde kamuoyunda çokça tartışılan bir gelişme yaşandı. Mezun olan öğrencilerden birkaçı, üzerinde En’am suresi 162.ayet yazılan bir pankart açtılar. Evet sadece Kur’an’dan bir ayet yazılan ve her bir Müslüman’ın hayattaki gayesinin şiarı olan bir ayetin yazılı olduğu bir pankart.
Bu pankarta yazan ayet ise şuydu;
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ “De ki: Şüphesiz benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi Allah içindir" (En’am 162)
Bu pankartın açılması ile birlikte diğer öğrencilerden bir grup hemen harekete geçtiler ve bu ayet yazılı pankart görülmesin diye o gençlerin önlerine geçtiler. Ardından öğrenciler ve salondakiler “Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganları atmaya başladı ve üniversitenin bazı akademik personeli ve hocaları da laiklik sloganı atanlara destek verdi. Güvenlik personeli sahneye çıkarak öğrencilerin pankartını zorla kaldırmaya çalıştı.
Bu görüntülerin sosyal medyaya düşmesi ile birlikte büyük bir tartışma başladı. Kur’an’ın bir ayetine dahi tahammül edemeyen, pankartın önüne geçerek engellemeye çalışan ve hep bir ağızdan laiklik sloganları atmaya başlayan öğrencilere yönelik Müslümanlarda büyük bir öfke meydana geldi ve ardarda tepkiler ortaya konuldu.
Evet hepimiz kızdık ve öfkelendik. Bu Kur’an hazımsızlığına karşı tepkimizi ortaya koyduk. Ancak bu öfkenin sadece oradaki öğrencilere yönelmesi temel bir gerçeğin üstünün örtülmesine sebep olacaktır. O gerçekte şudur.
Kuran’ın ayetlerine düşman olacak kadar İslam’dan uzaklaşan bu gençler, kafir beldelerin topraklarında değil, bu topraklarda yetişiyor. İslam’ın bir hükmünü gördüklerinde hemen onu engellemeleri gerektiği fikrini bu ülkenin okullarında alıyorlar Allah’ın ayetlerine karşı “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı attıracak duyguyu bu toprakların öğretmenleri veriyor.
İşte bunun için bizim asıl öfkemiz gençleri bu denli kendi değerlerine düşman haline getiren bu eğitim sisteminedir. Evlatlarımızı İslam şahsiyeti kimliğinden koparıp, boşlukta savrulan, kimliksiz, değersiz nesiller haline dönüştüren bu sistemedir. Ve bu sistemde genç nesillerimizin yok oluşuna seyirci kalan yöneticileredir. Yıllarca eğitim adı altında Batı’dan ithal zehirli fikirleri bu gençlere enjekte ettiniz. Zihinleri batı kültürü ile tıka basa dolmuş, Batı’yı kendine kıble edinmiş, kendi halkının inancına ve değerlerine düşman olmuş sözde öğretmenler, akademisyenler ve öğretim kadrosu ile bu toprakların çocuklarının zihinlerini ifsat ettiniz.
Yazılı, görsel ve sosyal medyadaki dışı ışıltılı ama içi tam bir yozlaşma olan sözde popüler kültür ile, gençlerimizin kandırılmasına ve hayatlarının çürütülmesine müsaade ettiniz. Televizyon dizileri ve sinema filmleri ile her türlü ahlaksızlığın yayılmasına, iffetsizliğin özendirilmesine destek verdiniz. Her ortamda İslam’a, değerlerine, Müslümanların tarihine ve İslami şahsiyetlere saldırılırken, Batılı fikirler, değerler, şahsiyetler yüceltildi. Ve tüm bunların sonucunda işte Allah’ın ayetlerine dahi tahammül edemeyecek kadar kalpleri katılaşmış, ne yaptığının farkında olmayan bu gençler ortaya çıktı. Hayata gönderiliş gayesini, hayata bakış açısını öğrenememiş bir nesil yetişti. Ruhi, ahlaki ve insani kıymetleri yitirmiş, hayatı sadece maddi çıkarlardan ibaret gören, kendi topraklarının değerlerine yabancı, kimlik krizi buhranı yaşayan nesil yetişti.
İşte bizler yıllardır, bu tehlikeyi gördüğümüz için feryat edip duruyoruz. Gençlerimiz, evlatlarımız, nesillerimiz ifsat oluyor diye en gür seda ile her ortamda sizlere sesleniyoruz. Bir toplum için beka meselesi genç nesilleridir, nesilleri düşmanına benzeyen toplumlar yok olurlar, diye feryat ediyoruz. Ama ey yöneticiler siz ne yaptınız? Bütün bu feryatlara karşı duyarsız kaldınız. Sorunu eğitim alanında maddi imkânları arttırmakla, teknolojik yeniliklerle, yeni eğitim binaları yapmakla, her yere yüksekokullar, fakülteler inşa etmekle çözeceğinizi zannettiniz. Akıllı tabletler dağıtıldı, laboratuarlar kuruldu, akıllı tahtalarda dersler anlatıldı. Ama asıl sorun her geçen gün daha da arttı. İçinde irfandan eser olmayan maarif modelleri geliştirdiniz. Batı tarzı yaşam konseptinde, ahlaksızlığın kol gezdiği kampüsler inşa ettiniz. Bilim adı altında Kemalizmin ilkelerini benimsetecek, ateist, deist fikirlerini gençlere aşılayacak kadrolara evlatlarımızı teslim ettiniz.Ve her geçen gün gençler, biraz daha yozlaştırıldı ve bir adım daha ateş çukurunun kenarına itildi.
Şimdi bunun suçlusu sadece o pankartın önüne geçip engellemeye çalışan gençler değildir. Tek suçlu Allah’ın ayetini gördüğünde “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı atan gençler değildir. Asıl suçlu; dokunduğu her şeyi ifsat eden bu sistemdir. Gençleri seküler çarkın içinde öğüten mevcut eğitim sistemidir. Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayı meşru gören, İslam dışı kanun ve nizamlardır. İzzeti ve kurtuluşu Allah’a, Rasulüne ve kitabına itaatte değil de sömürgeci kafir Batılılara yaranmakta gören yöneticilerdir. İşte asıl suçlu bunlardır ve bizim asıl öfkemiz bunlaradır.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
15 Temmuz 2025
#hizbuttahrir#hizbut tahrir türkiye#gündem değerlendirme#terörsüz türkiye#akpmhpdem ittifakı#itü#kur'an'a hakaret#sdg#suriye#şam
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!