HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 24 Ocak 2023

Mahmut Kar, Kur'an'ı Kerim'e yapılan bu alçak saldırı sonrasında yapmanız gereken şey Müslümanları sabah namazında camiye çağırmak değil, Türkiye yöneticilerini İsveç’ten hesap sormaya çağırmak olmalıydı. “Allah’tan korkun ey yöneticiler!” Demeniz gerekiyordu. “Bugün değilse ne zaman harekete geçeceksiniz?” Demeniz gerekiyordu. Allah’ın kitabını da korumazsanız kimi koruyacaksınız? Somut bir adım atmazsanız bunun hesabını Allah’a nasıl vereceksiniz?” diye uyarmanız gerekirdi

KUR’AN’I KERİM’E YÖNELİK SALDIRILAR

Geçen hafta bu kürsüden Türkiye’deki yerli İslam düşmanlarının saldırılarından bahsetmiştim. Onların İslam’a, Kur’an’a ve önemli değerlerimizden biri olan Hilafete, ümmetin bugün en çok ihtiyaç duyduğu devlete, o makama yönelik nefretlerini dile getirmiştim. Şu son bir haftada yaşananlar ile gördük ki, Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız İslam düşmanlığı bu topraklara ait bir şey değil. Çünkü bu topraklar, 1000 yıl önce İslam ile sulanmış, Kur’an ile bereketlenip yeşermiş ve güzelleşmiş topraklardır. Bu topraklara serpilen yabancı bir tohum İslam düşmanlığını bu şekilde büyütebilirdi. O tohum bu topraklara hudut bilmez, sınır tanımaz sömürgeciler tarafından serpildi. İşte o tohum batı tohumudur.

Batı’nın İslam ve Kur’an düşmanlığı kadimdir. Bunu daha önce Fransa’da, Avusturya’da, Hollanda’da görmüştük, şimdi de İsveç’te gördük. Evet biraz önce dedim ya, geçen hafta yerli İslam düşmanlarının kustukları nefret dili hakkında konuşmuştuk. Bu hafta yabancı kafirlerin İslam ve Kur’an düşmanlığını konuşacağız. Aşırı sağcı politikacı Rasmus Paludan, geçen hafta cumartesi günü Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yaktı. Bu alçak, Kur’an yakma eylemini yapacağını bir gün öncesinden kamuoyuna ilan etti. Peşinden hemen ertesi gün bir başka İslam düşmanı Hollandalı Pegida lideri, Lahey Parlamento binası önünde Kur’an sayfalarını yırtıp yere atarak çiğnedi. İsveçli kafir Paludan’a destek amacıyla bu eylemi gerçekleştirdiğini söyledi. Peki İsveç ve Hollanda devletleri bu alçakça eylem karşısında ne yaptılar? Kur’an yakma alçaklığı güvenli bir şekilde yapılsın diye İsveç polisi Türkiye Büyükelçiliği önünde güvenlik duvarı oluşturdu. Neredeyse yarım saatten fazla konuşan bu kafirin İslam ve Kur’an’ı Kerim’e yönelik küstahça hakaretleri canlı yayınlandı. Kapağında karikatür olan bir dergiyi göstererek Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret etti. Ve İsveç yönetimi bu kafirin yaptığı her şeyi “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirdi. Hollanda yönetimi de aynı şekilde kutsal kitabımızın sayfalarını yırtıp üzerinde tepinmesini düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirdi.

Allah için siz söyleyin; şimdi bu kafirlere bir Halife yetmez mi? Hilafetin yokluğunda bu alçaklara nasıl had bildirilecek? İsveç’in Ankara Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılmış ve kendisine “Kur'an-ı Kerim'e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyoruz.” Denilmiş. “Bu eyleme ifade özgürlüğü adı altında izin verilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz." Denilmiş. Allah aşkına Kur’an’ın polis koruması altında yakılmasına verilecek tepki bu mu olmalı? Bu kafirlerin yaptıkları yanına kar mı kalacak? Bunlarla nasıl mücadele edilecek, bunlarla hangi düzeyde ilişki kurulacak? Sadece Türkiye değil diğer İslam beldelerindeki bütün işbirlikçi yönetimler sıraya girmişler tek tek kınama açıklamaları yayınlıyorlar. İran, Irak, Mısır, Suudi Arabistan, Katar… Daha sayayım mı? Ürdün, Pakistan, Cezayir, Lübnan, Azerbaycan ve diğerleri… İslam İş birliği Teşkilatı geri durur mu, o da kınama açıklaması yapmış. Dünya İslam Alimleri Birliği ve Mısır’daki Ezher uleması da aynı şekilde… Bir de bizim Diyanet İşleri Başkanlığının açıklaması var. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, İsveç’in nefret suçuna ortak olduğunu ve bunun toplumsal barışı hedef aldığını söyledi. Sayın Erbaş, kafanızı kumdan kaldırıp etrafa bir bakın. Bu kafirlerin hedef aldığı şey, İslam, bu kafirlerin elinde yakıp yırttığı şey Kur’an… Siz daha hala Batı’nın ortaya attığı toplumsal barış safsatasından bahsediyorsunuz. Onların hedefinde Müslümanlar var biz varız. Siz daha hala yurt dışındaki ataşelikler üzerinden mahkemelere başvuru yapacağınızı söylüyorsunuz. Allah aşkına kimi kime şikâyet ediyorsunuz. Yapmanız gereken şey bu alçakça saldırı sonrasında Müslümanları sabah namazında camiye çağırmak değil, Türkiye yöneticilerini İsveç’ten hesap sormaya çağırmak olmalıydı. “Allah’tan korkun ey yöneticiler!” Demeniz gerekiyordu. “Bugün değilse ne zaman harekete geçeceksiniz?” Demeniz gerekiyordu. Allah’ın kitabını da korumazsanız kimi koruyacaksınız? Somut bir adım atmazsanız bunun hesabını Allah’a nasıl vereceksiniz?” diye uyarmanız gerekirdi Sayın Erbaş!

Kitabımız Kur’an’ı Kerim bizim kutsalımızdır. Ona hakaret Allah’a hakarettir. Sizler yöneticiler gibi yapmadınız ve elhamdülillah meydanları doldurdunuz. Kur’an’ı Kerim’e sahip çıktınız. Şunu bilin ki; kafirlerin kutsal kitabımıza saldırmaları ona asla ve asla bir zarar vermez. Çünkü “Rabbimiz, inzal ettiği Kur'an-ı Kerim'i kendisinin koruyacağını haber veriyor. Mesele şudur; biz kitabımıza ne kadar sahip çıkabiliyoruz. Sizler meydanlarda bu kitabın, Kur’an’ın bir hayat rehberi olduğunu haykırdınız. Kur’an’ın hayatımıza hâkim olmasını arzuladığınızı söylediniz. Allah sizlerden, Kur’an’a sahip çıkan, bu işi dava edinen bütün Müslümanlardan razı olsun. Ancak İslâm ümmetinin başında kınama açıklaması yapan yöneticiler olduğu müddetçe arzuladığınız bu şeyin gerçekleşmesi zor. Sizin gibi Kur’an’ın bir hayat rehberi, bir nizam olduğuna inanan yöneticiler ancak Kur’an’ı hayata hâkim kılabilirler.  O yöneticiler ise inşallah yakında kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti’nin başındaki halifelerdir. Böyle yöneticilerin olduğu bir zamanda Kur’an ve Müslümanlar güvende olacaktır inşaAllah.

TÜRKİYE’NİN SUÇ İSTATİSTİĞİ

Toplantımıza bir başka gündem ile, İslam ve Kur’an hayatta var olmadığı için karşı karşıya kaldığımız bir sorun ile devam etmek istiyorum. Türkiye’de büyük bir toplumsal çöküş yaşanıyor. Toplumdaki suç oranları her geçen gün artıyor. Mahkemeler dava dosyaları ile, cezaevleri tutuklu ve mahkumlar ile dolu… Adalet Bakanlığı verilerine göre 2021 yılında 272 bin kişinin olduğu cezaevlerinde bir yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısı 69 bin kişi artmış ve 340 bini geçmiş. 290 bin kişi kapasiteli cezaevlerinde fazladan 50 bin kişi bulunuyor. Bu veriler bize Türkiye’deki toplumsal çöküşün hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Cezaevlerinin kapasitesi artık suçlu sayısını karşılamaya yetmiyor. Her sokak başına kameralar konuldu. Polis devriyeleri sayısı artırıldı. Sokaklara yeniden gece bekçileri gönderildi. Fakat suç oranlarında en ufak bir düşüş görülmedi. Bilakis suç oranları ve ona bağlı olarak tutuklu ve hükümlü sayısında her geçen yıl rekor artış yaşandı.

Kıymetli Müslümanlar! Bakınız sadece 2021 yılında hırsızlık, gasp, yağma, dolandırıcılık gibi mala karşı işlenen suç sayısı yaklaşık 2,5 milyon civarında. Darp yaralama ve cinayet gibi bedene karşı işlenen suç sayısı 1 milyon 300 bini aşmış. Peki neden bu hâle gelindi? Suç oranları nasıl bu kadar korkunç boyutlara ulaştı? İnsanlar suça karşı neden duyarsız? Yargıya güven neden ayaklar altında? Neden kimse huzurlu değil? İnsanlar neden kendini güvende hissetmiyor? Laik kapitalist sistemde kimse bu soruların cevabını doğru bir şekilde veremiyor. Çünkü sorunların kaynağı belli. Sorunların kaynağı topluma Allah korkusunu unutturan, özgürlükler adı altında her türlü pisliği, kötülüğü, sapkınlığı teşvik eden laik demokratik sistemdir. Bu sistem suçun tanım ve vasfını değiştirdi. İçki, kumar, fuhuş ve faiz gibi fiiller suç olmaktan çıkartıldı. Beşerî nizamlar ve kanunlar insanı insanlıktan çıkarıp suça sürükledi. Bugün, alkol ve madde bağımlılığına mahkûm edilmiş gençlik, parçalanmış aileler, laik eğitim sistemi ile zehirlenmiş çocuklar, artan cinayet ve tecavüzler, hırsızlık, yağma dolandırıcılık ve daha nice suçlar bunu göstermektedir. Partimizin kurucusu Şeyh Takiyyuddin en Nebhânî’nin söylediği gibi: “Bir toplumda suç, ender görülüyorsa insan; sık görülüyorsa tatbik edilen nizam bozuktur.” Ne kadarda doğru bir tespit yapmış Allah ona rahmet eylesin.

İslam tarihindeki suç oranlarının bugünkü suç oranları ile kıyaslanması söz konusu bile değildir. 1559 ile 1609 yılları arasında 50 yılda Osmanlı Hilafet Devleti’nde mala karşı işlenen suç sayısı toplam 1243… Dolayısıyla tüm bu veriler bizlere sorunun kaynağının laik demokratik sistem olduğunu göstermektedir. Peki çözüm nedir? Çözüm İslam’dır. Çözüm insanı en güzel şekilde terbiye eden İslam Nizamının tatbik edilmesidir. İslâm toplumunda Müslümanlar Allah korkusu ve O’nun rızasını kazanma arzusu ile yasaklardan kaçınırlar ve suç işlemezler. Bununla birlikte Müslümanlar kendi aralarında iyiliği emredip kötülüğü men etme sorumluluğunu yerine getirerek hayrı yayarlar ve şerre engel olurlar. Böyle olunca da bugünkü gibi ne cezaevlerine ne de yüksek yüksek mahkeme binalarına ihtiyaç olmaz. Bugün özelde Müslümanlar genelde ise tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu şey adalet ve güven ortamının temin edilmesidir. Bunu sağlayacak olan ise İslam Hilafet Devletidir.

TL’NİN DEĞER KAYBI VE VERGİ AFFI

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, katıldığı bir televizyon programında dolar karşısında değer kaybeden Türk Lirası hakkında konuştu. Türk lirasının değerli olmasının, ithalatın artmasına, yerli üretimin azalmasına sebep olacağını, sanayiyi yavaşlatacağını ve hatta durduracağını söyledi. Bu sözleri sarf eden Maliye Bakanı geçtiğimiz yıl doların ateşini söndürmek ve TL’nin daha fazla değer kaybetmesini önlemek için kur korumalı mevduat hesabını devreye sokmuştu. Kur korumalı mevduat hesabının temel amacı Türk lirasının değerini arttırmaktı. Vatandaşı yeniden Türk lirasına döndürmek ve güven kazandırmaktı. Yani amaç yabancı para birimleri karşısında Türk Lirası’nın güçlendirilmesiydi. Öyle dediler asıl maksat buydu. Eee Sayın Nebati’nin bugün yaptığı açıklama bunun tam tersi. Maliye Bakanı Nebati gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu minvalde açıklamalar yapmıştı. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleri hem de Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin bu açıklaması adeta halkın aklıyla alay etmek halkın parasını çarçur etmektir. Bu iktidarın istikrarlı bir para politikası yoktur. Bu yöneticiler dün başka bugün başka söylüyor. Dün TL’nin dolar karşısında erimemesi için övüne övüne kur modelini savunanlar bugün TL’nin değer kaybetmesini savunuyor. Bunlar esasen ekonomik başarısızlığının üzerini örtmek için bu tür açıklamalar ile toplumu manipüle ediyorlar. Halkı değil, sadece bir avuç mutlu azınlığı memnun etmek için çalışıyorlar.       

Diğer taraftan 2023 genel seçimler öncesi iktidar, ardı ardına yaptığı hamleler ile seçim yatırımı yapıyor malum. 2022 mayıs ayından bugüne birçok konuda adım atıldı. 3600 ek gösterge, asgari ücret ve emekli maaşlarına zam, sosyal konut projesi, EYT düzenlemesi, sözleşmeli kamu personeline kadro imkânı vs. Son olarak ta vergi affını gündeme getirdi. Gündeme gelen bu yeni af, iktidarın on dokuz yılda çıkardığı onuncu vergi affı. Yani devlet yaklaşık iki yılda bir vergi affı çıkarıyor. Bu durum iktidarın tükenmişliğinin açık bir göstergesidir. Gündeme gelen bu vergi affı ile 2000 TL’nin altında vergi borçları siliniyor. Bu tamamen göz boyamaya dökük bir seçim yatırımıdır. Zira biz çok iyi biliyoruz ki devlet büyük holding ve sermaye şirketlerinin on milyonlarca borcunu bir kalemde silmektedir. Yani çalışanın cebinden vergi diye alınan paralar açıkça bu şirketlere hibe olarak veriliyor. Bu apaçık soygunculuktur, bu apaçık düzenbazlıktır. Halkımız bu düzenin fakirin değil sermaye sahibi zenginlerin düzeni olduğunu görmektedir.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

24 Ocak 2023

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.