HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 28 Mart 2023

Mahmut Kar, "deprem bizim için bir ibret, bu Ramazan bizim için bir milat olsun! Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dönüm noktası olsun. Bundan sonra döneceğimiz normal hayat, İslam’ın hâkim olduğu hayat olsun."

 

DEPREM BÖLGESİNDE SON DURUM 
Bugün toplantımıza yakın zamanda yaşadığımız afetler ile başlamak istiyorum. Seçim siyaseti gereği hemen unutulan, unutturulan deprem bölgesindeki durumlardan bahsetmek istiyorum. Bir yandan Mübarek Ramazan’a yeniden kavuşmanın sevincini yaşarken diğer yandan deprem ve sel felaketinin acısı ve hüznü hala sıcak duruyor.

Seçim sathı mahalline giren siyasi partilerin yöneticileri unutmuş olabilirler, iktidar yöneticileri enkazın üstünü kapatmak istiyor olabilir ama bölgede durum öyle değil. Az değil 11 ili etkileyen bir afet yaşadık ve bu illerden Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş neredeyse tamamen enkaz oldu. Yine Gaziantep’in Nurdağı ve İslâhiye ilçeleri hakeza aynı şekilde… Şimdi bakıyoruz siyasiler, özellikle iktidar ortakları deprem bölgesine ziyaretler yapıyorlar. Çadır ya da konteyner kentlerde depremzedeler ile görüşüyorlar. Bazı yerlerde miting yapar gibi topluluklara hitap ediyorlar. Bazı şehirlerde göstermelik platformlar kurarak hastane inşaatı temel atma törenleri düzenliyorlar. Kamuoyuna normale döndük, hayat normal seyrinde devam ediyor, yasalar sarıldı, ihtiyaçlar giderildi görüntüsü veriyorlar. Çalışıyoruz diyorlar yani… 


Peki gerçekler öyle mi? Öyle değil. Bize bölgede yaşayan insanlar bizatihi anlatıyorlar. Adıyaman’da sel sebebiyle çadırlar kullanılamaz hale geldi. İnsanların en büyük sorunu hala barınma sorunu. Adıyaman’da şu ana kadar yapılan ve kullanılır hale getirilen konteyner sayısı 5000 adet. Bu şehirde 150-200 bin insan yaşıyor bunların ihtiyaçları ne zaman nasıl giderilecek? İçme suyu sorunu hem Adıyaman hem Hatay hem de Maraş’ta devam ediyor. Depremin ilk günlerinde İslami kuruluşların kurdukları dağıtım merkezlerinde toplanan ve dağıtılan içme suları artık yok. İnsanlar suya ulaşmak için şehrin ana dağıtım merkezlerine gitmek zorunda bırakılıyorlar. Bazı ilçelerde şebeke suyu hiç yok, olan yerlerde de suya güven yok, içilebilir mi içilemez mi? Çünkü belediyeler bir bakıyorsun şebeke suyunu içmek için kullanmayın diye açıklama yapıyor sonra 2-3 gün sonra içebilirsiniz diye açıklama yapılıyor. 


İnsanlar kime nasıl güvenecekler. Hayat normale nasıl ne şekilde dönecek? Büyük bir karmaşa ve belirsizlik hâkim. Nasıl ki depremin yaşandığı o ilk 3 günde büyük bir koordinasyon eksikliği vardı aynı şekilde devam ediyor. Depremden mağdur olan insanlar soruyorlar, yıkılan binaların yerine nereye toplu konut yapılacak. Bu toplu konutlar ne zaman yapılacak ve bunları sahiplenme nasıl olacak? Ayrıca insanlar yıkılan evlerin olduğu yerlere ne yapılacak, bu evlerin akıbeti ne olacak diye soruyorlar. Bütün bu konularda çok ciddi bir belirsizlik, bilgi kirliliği var. Ama televizyon ekranlarında iktidar ortakları “mikserler gelsin, pompa betonu bassın” diyerek törenler düzenliyorlar. Muhalefet ortakları ise Millet iftarı diyerek büyük büyük devasa iftar sofraları kuruyorlar. Utanmadan da adına Halil İbrahim sofrası diyorlar. 


Bunlar, bu siyasi partiler ve yöneticileri, depremden ders almıyorlar, depremi ve acılarınızı siyasetlerine alet ediyorlar. Bakınız depremden çıkardıkları küçücük bir ders yok, hemen normale döndüler, gündemleri 14 Mayıs’ta seçimi kazanıp koltuğa oturmak ve tıkanana kadar yemek.  Ama bizler depremden önemli dersler çıkarmalıyız, sizler depremden önemli dersler çıkarmalısınız. Dikkat edin etrafımızdaki herkes eski normal hayata dönmenin gerekliliğinden bahsetmeye başladı. Soruyorum size depremden önceki hayatımız normal miydi ki o hayata döneceğiz? Her türlü haram ve münkerin aleni bir şekilde işlenebildiği bir hayat normal olabilir mi? Hayır, İslam’dan uzak böyle bir hayat biz Müslümanlar için asla normal olamaz. Bizim için hayatın normale dönmesi ancak İslami bir hayata dönülmesi ile mümkün olur. Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın hükümlerine ve nizamlarına dönmekle olur. Yönetimden ekonomiye, hukuktan siyasete, eğitimden aile ilişkilerine kadar hayatın her alanında Allah’a ve İslam’ın hükümlerine dönmekle olur. Böyle olursa ancak o zaman gerçek anlamda normale dönmüş oluruz. 


Bu deprem bizim için bir ibret, bu Ramazan bizim için bir milat olsun! Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dönüm noktası olsun. Bundan sonra döneceğimiz normal hayat, İslam’ın hâkim olduğu hayat olsun.

 

TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİLERİN DURUMU
14 Mayıs seçimleri yaklaşırken siyaset iyiden iyiye hareketlendi. Cumhurbaşkanı adayları başvurularını yaptılar, imza toplayabilenler topladılar. Bir oldu, bir olmadı, ama son dakikada ne olduysa oldu denilecek türden ittifaklar kuruluyor. Anlayacağınız Türkiye’de siyaset doğru zeminde yapılmıyor, doğru ilkeler üzerine kurulmuyor. Halbuki Siyaset muayyen bir fikir, hedef ve ilkeler üzerinde yapılır. Siyasi Partiler sahip oldukları fikirleri belirledikleri metot yoluyla iktidara taşımaya, topluma hizmet etmeye ve toplumu kalkındırmaya çalışırlar. Siyasi Partilerin fikir metot ce projeleri parti tüzük ve parti programına yansır. Bu fikir partilerin kuruluşunun esasi unsuru ve mayasıdır. Siyasetçiler ya da partililer geçici olabilir kaim olan fikirdir normalde. Ancak ülkemizde siyaset daha çok liderler ve çıkarlar üzerinden yapılıyor. Türkiye’de siyaset; biz insanları hangi doğru fikir ile kalkındırırız düşüncesinden ziyade bize oy vermeleri için seçmeni nasıl kandırabiliriz, onlara ne vaat edersek bize oy verirler düşüncesi ile yapılıyor. Bu zihniyet iktidara ulaşmak veya koltuğu korumak için her yolu mübah görüyor. 


Bu zihniyet siyaset için 24 saat uzun bir zamandır diyerek menfaat ve çıkar odaklı pazarlıkları meşrulaştırıyor. Şimdi siz söyleyin bu zihniyet ile kurulan partilere nasıl siyasi parti diyebiliriz? Bunlar olsa olsa tabela partileridir. Şahsi çıkar ve siyasi gelecek kaygısı ile pazarlık masalarına her daim kapısı açık olan ofislerdir. Bakınız, başkanlık sistemine geçilmesinin ardından getirilen 50 + 1 formülü devreye girdi. Bu formül ile   küçük partiler pazarlık masasının aracı haline geldiler. İrili ufaklı Partilerin ittifak bloklarında oturdukları her masa pazarlık masasıdır. Eğer ki siyaset ilke ve değer üzerinden yapılsaydı böyle olur muydu? Şairin dediği gibi “baba katili ile baban bir safta” yer alır mıydı? Dün haşa demokrasi ile mi yöneteceğiz diyenler bugün demokrasi havarisi kesilebilir miydi? Hayat görüşünü milliyetçilik üzerine kuranlar, düne kadar birbirlerine kurşun sıkanlar bugün aynı ittifaka girebilir miydi? Eğer ilke ve değerler üzerine siyaset yapılsaydı, üç gün önce seçime bağımsız gireceğiz deyip, bir gün önce TV’lerde bu yönde açıklama yapıp ertesi gün tersi yapılabilir miydi? Türk milliyetçiliğinden dem vuranlar Kürt milliyetçiliğinin azılı savunucuları ile ortaklık kurabilir miydi? 


Bu kokuşmuş ve fasit sistem kendi içine aldığı herkesi kendisine benzetmektedir. Müslümanı, muhafazakârı, demokratı, milliyetçisi, liberali, sosyalisti ile işte hepsinin hali pürmelali orta... Siyasi partiler ve siyasetçiler böyle olunca da… ülkenin durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Birileri makam ve mevki, birileri ihale, birileri itibar, birileri meşruiyet, birileri popülerlik kazanıyor olabilir. Ama kaybeden insanlarımız ve bu ülke oluyor. 


İKTİDARIN SEÇİM YATIRIMLARI 
Malum seçimlere 1,5 ay gibi kısa bir zaman kaldı. Bu da demektir ki, siyasetçilerin halkın duygularını okşama ve bol keseden dağıtma zamanı gelmiş bulunuyor. Zira demokratik sistemde seçim demek; muhalefet için bol vaat, iktidar için bol keseden dağıtma demektir. Bu dönemde siyasi partiler oy kaybetmeye neden olan her türlü adımdan davranıştan uzak dururlar. Düşüncelerine aykırı olsa bile oy kazandıracak her türlü adımı da hiç çekinmeden atarlar. Türkiye siyasi tarihi demokratik partilerin seçim dönemlerinde sergilediği sayısız pişkinlik ve samimiyetsizlik örneğiyle doludur. Bakınız Ak Parti iktidarı seçimlere az bir zaman kala seçim musluklarını bir bir açmaya başladı. Seçim öncesinde sorusu sorulmaya bile cesaret edilemeyen birçok talep seçim zamanı birer birer yerine getiriliyor. Önce kamuoyunda EYT olarak anılan Emeklilikte Yaşa Takılanlarla ilgili sorun çözüme kavuşturuldu. Sonra ocak ayında en düşük emekli maaşı 3500 liradan 5500 liraya çıkarıldı. Ancak iktidar anketlerdeki oy oranlarını yeterli görmemiş olacak ki, bu kez en düşük emekli maaşı 7500 liraya yükseltildi. Ayrıca emeklilerin 1100 lira olan bayram ikramiyeleri yapılan artışla birlikte 2000 lira oldu. 


AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, Türkiye’de 7.500 liranın altında emekli aylığı alanların sayısının 8 milyon 796 bin olduğunu söyledi. Yani görünen o ki iktidar yaptığı bu düzenleme sayesinde bu kadar kişinin kendisine oy vereceğini hesap ediyor. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, halk ekonomik anlamda büyük sıkıntı içinde. Özellikle dar gelirliler -ki bunların başında emekliler geliyor- adeta felaketi yaşıyorlar. Düşünün, 8 milyon 796 bin emekli 7500 liranın altında maaş alıyor. Bu rakam açlık sınırıyla yarışan 8500 liralık asgari ücretin bile altında. Her biri ortalama 30,40 yıl çalışmış bu süre boyunca devlete düzenli prim ödemiş 15 milyon emekli açlık sınırında yaşam mücadelesi veriyor. Dahası bunların yarısından fazlasının maaşı asgari ücret seviyesinde dahi değil. Ama gelin görün ki yapılanlar yine de bir lütufmuş gibi sunuluyor. Çünkü demokratik seçim piyasası böyle. 


Aslında iktidarın halkın lehine bir iyileştirme yaptığı da yok. Niye böyle söylüyorum. Çünkü iktidar kapitalist ekonomi politikalarıyla bir yandan enflasyonu yükseltmeye devam ederken diğer yandan dar gelirlinin maaşını yükselterek durumu kurtarmaya çalışıyor. Ancak enflasyon canavarı o kadar hızlı acıkıyor ki emeklinin, işçinin ve memurun maaşları piyasada eriyip gidiyor. Kaldı ki mesele sadece emekli aylıklarıyla ilgili değil. Aynı düzenleme kapsamında yer alan “geçici işçilerin kadroya alınması”, “sağlık çalışanlarına yönelik iyileştirmeler” “yüksek yargı mensuplarının ücret ve tazminat artışları” vs. hepsinin birer seçim yatırımı olduğu çok açık.  Eğer öyle olmasaydı emeklilere yapılan bu zam seçime 1,5 ay kala bugün değil ocak ayında yapılması gerekirdi. Soruyoruz, zamlar neden sene başında değil de bugün yapıldı?

Çünkü bu zamlar emekliler düşünülerek değil seçim düşünülerek yapıldı. Tüm bunlara rağmen oy oranlarında artış olmazsa muhtemelen asgari ücrete yeni bir zam daha yapılacak. Eee ne de olsa devlet cebinden vermiyor. Seçim sonrası verilen her şey vergi, zam veyahut enflasyon canavarı vasıtasıyla halkımızdan fazlasıyla geri alınacaktır. Çünkü ahlaksız kapitalist düzende devlet halk için değil sermaye ve yönetici elitleri için var. Yöneticiler ve partiler değişse de bu ayrıcalıklı yiyici zümre hiç değişmez. Bakmayın siz “biz gelirsek her şey düzelecek” diye söz verenlere. Onların da daha önce yaptıkları, gelince ne yapacaklarını bize haber veriyor. Kapitalist düzene hizmet eden siyasi partiler için öncelikli olan menfaatleridir. Müslüman halkımızı kurtaracak tek şey İslam’ın hüküm ve çözümleridir. Yani İslam nizamıdır. İslam nizamında yöneticiler ve yönetilenler Allah korkusuyla hareket ederler. Devlet halk için vardır. Ekonomide adil paylaşım, yönetimde dürüstlük ve adalet bir bütünde insanca yaşam sadece İslam nizamı ile mümkündür. 


Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
28 Mart 2023    

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.