HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 28 Ekim 2025

“102 yıllık Cumhuriyet tarihi derin bir toplumsal çöküşün, derin ekonomik krizlerin, derin düşmanlıkların ve elbette sömürgeci devletler karşısındaki acziyetin ve zilletin tarihidir.”

29 EKİM CUMHURİYET KUTLAMALARI

Malumunuz yarın 29 Ekim, Cumhuriyet’in kuruluşunun 102. Yıl dönümü. Cumhuriyetin ilanı tüm yurtta resmî törenlerle kutlanacak. Devlet erkanı, siyasi parti temsilcileri, yüksek yargı mensupları, Genel kurmay gibi birçok kişi ve kurum klişe mesajlar yayınlayarak Cumhuriyetin faziletlerinden bahsedecek.  Ancak güneş balçıkla sıvanmaz. Cafcaflı sözler hakikati gölgede bırakamaz! 102 yıllık Cumhuriyet tarihinin fiyaskodan ibaret olduğu gerçeğini kimse gizleyemez! Gizleyemez zira artık mızrak çuvala sığmamaktadır. 102 yıllık Cumhuriyet tarihi derin bir toplumsal çöküşün, derin ekonomik krizlerin, derin düşmanlıkların ve elbette sömürgeci devletler karşısındaki acziyetin ve zilletin tarihidir. 

Şöyle geçmişe ve günümüze bir bakın! Övünülecek, kıvanç duyulacak ne var elinizde? Ekonomik olarak krizler ülkesi… Para birimi en değersiz ülkelerden… Enflasyonun canavara dönüştüğü hayat pahalılığının hiç eksik olmadığı bir ülke… Gelir dağılımında uçurumların olduğu, servetin bir avuç zengin etrafında döndüğü, halkın kahir ekseriyetinin geçim sıkıntısı çektiği bir ülke… Döviz kurundaki, altındaki, borsadaki yükselişte zenginlerin zenginliklerini katlayarak büyüttüğü bir ülke. Suç oranlarının korkunç boyutlara ulaştığı bir ülke! Cezaevlerinin yetersiz kaldığı bir ülke! İçki ve uyuşturucuyla zehirlenen gençlerin ülkesi…

Adını insanlığı karanlıktan aydınlığa ulaştıran vahyin indiği mağaradan alan Hira’ların alkol zehirlemesi yaşadığı, sokak ortasında akranı bir genç kızı acımasızca darp ettiği bir ülke… Eğitim seviyesinin yerlerde süründüğü bir ülke… Kitap okumanın unutturulduğu, sosyal medyaya, sanal aleme bağımlı hale getirilmiş bir ülke… Ana muhalefet partisi liderinin İngiltere’den yardım beklediği, Cumhurbaşkanı’nın küstah Trump’ın gölgesinde meşrutiyet aradığı bir ülke… Ve çok ama çok daha fazlası…

Peki neden? Neden bu haldeyiz?

Çünkü Cumhuriyet kuruyoruz diyerek verilen kan bedenle uyuşmamaktadır. Ortada kan uyuşmazlığı vardır. Ortada saptırmaca, aldatmaca vardır. Her şey “Efendiler yarın Cumhuriyet ilan ediyoruz” sözü ile başladı. Her ne kadar laik Kemalistler tarafından gururla söylenen meşhur bir söz olmasına rağmen; bu söz aynı zamanda dayatmacı bir tavrında göstergesidir. Bir ülkenin temellerini sarsacak olan bir değişiklik, yönetim şekli değişikliği “yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” diyerek yapılmıştır. 

Meclis aritmetiğine, 29 Ekim’de Ankara’da bulunan vekil sayısına, oturuma katılanların kimliklerine baktığımızda Cumhuriyetin ilanı krizden fırsat çıkartmaktan başka bir şey değildir. Cumhuriyetin ilan edildiği dönemde II. Meclis 333 vekilden oluşuyordu. O gün Mecliste ise sadece 158 vardı. Ve hepsi Cumhuriyetin ilanı için el kaldırdı ya da kaldırmak zorunda kaldı. 175 vekil orada değildi. Daha doğrusu onların Cumhuriyet oylaması için Meclisin toplandığından dahi haberleri yoktu. Halk kendisini temsil etmesi için vekil tayin etmiş ama onlara danışılmadan, üzerinde konuşma yapılmadan, halkın görüşleri dikkate alınmadan Cumhuriyet ilan edilmiştir. Yani maya bozukluğu daha ilk günden başladığını söylemek hiçte abartılı olmayacaktır. 

Cumhuriyetin kurucu kadrosu sistem değişikliğine gitmiş olmasına rağmen ellerinde yeni sistemin nasıl olacağına dair bir çalışma filan yoktu.  Onlarda var olan tek şey batı hayranlığı, batılara karşı sarsılmaz sadakat ve güvendi. Dolayısıyla “modern bir devlet olmak için batılı devletler gibi olmalıyız” fikri ağır bastı. Yeni sistemin her şeyini batıdan almakta bir sakınca görmediler. Tüm kanunlar, herhangi tahsis işlemine tabi tutulmadan, halkın kültürüyle, değerleriyle uyumu dikkate alınmadan olduğu gibi noktasına virgülüne dokunmadan ithal edildi. 

Aslında mesele kanunları almaktan çok ötedir. Mesele modern batı kültürünün ortaya koyduğu her şeyin tartışmasız doğru ve yüksek ideal olarak kabul edilmesi, sorgulanamaz hale getirilmesidir. İşte Cumhuriyetin kurulduğu temeller bu sorgulanamaz hakikatler üzerine bina edilmiştir. Özetle ortaya çıkan tablo şudur: Gençlerimizi ve toplumumuzu eğiten, yetiştiren, düşünce dünyasını şekillendiren, fillerine ve duygularına yön veren, rol modellerini belirleyen aslında biz değiliz. Hakikati tekelini eline almış olan modern batı, aslında her şeyin sahibidir. 

İlginç ama hakikattir ki; Türk milliyetçiliğinin sahibi dahi batıdır. Türk Ocağı kurucularından Hamdullah Suphi Tanrıöver, şu sözlerle bu gerçeği itiraf etmiştir: “Ocaklı bilir ki bu müessese Şarkta, Garbın temsilidir. Türk Ocağı Garpçıdır. Kendimizi Garplı hissettikçe Türk kalacağız. Türklüğümüzü Avrupalı olmaya yüz tuttuğumuz zaman bildik." 

Dolayısıyla batıdan bağımız düşünemez, fikir üretemez, dostu düşmanı, doğruyu yanlışı tespit edemez, sorgulayamaz olduk. Mesela, niçin demokrasi güzel, hilafet kötüdür? Ya da neden başörtüsü baskıcı bir zihniyeti temsil ederken açık bir bayan özgürlüğü temsil etmektedir. Kız erkek bir arada karma eğitim neden doğru kabul edilirken safların ayrılması gericilik alametidir? Neden, kapitalist ekonomi tüm eksikliklerine rağmen iyiyken İslam iktisat nizamı çağdışıdır? Neden batının dayattığı kariyer sahibi kadın profili doğru olmak zorundadır? Neden rol modellerini batı belirlemektedir? Hırsızın elinin kesilmesi neden kötüdür? Zina eden evli kadın ve erkeğe recm cezası uygulamak neden barbarca bir fiil olarak kabul edilmektedir? Bir şeyin kötü ya da iyi, güzel ya da çirkin olduğunu neden modern batı dünyası belirlemektedir?  Neden hakikatin tekeli modern batı dünyasının elindedir? Bunun adı kölelik değil de nedir? 

Cumhuriyet ile birlikte Batı hadaratı yani batılı yaşam tarzı, yani batının hayat hakkındaki mefhumları Müslümanların yaşam tarzı ve mehfumları haline getirilmek istenmiştir. Böylece topraklarımızla birlikte kimliğimiz de çalındı! Bilerek ya da bilmeden batı yaşam tarzını benimsemiş, ulus devlet sınırlarına kendisini hapsetmiş Müslümanlar ortaya çıktı.  Şayet bugün Gazze için gerekli hassasiyet gösterilmiyorsa, yapılması gerekenler yapılmıyorsa, Gazze'de yaşana soykırımı bitirmesi için ABD başkanı Trump’ yalvarılıyorsa bunun tek sebebi laik Cumhuriyet ile birlikte batıdan alınan ulus devlet anlayışıdır. 

Müslümanlar olarak bugün yapılması gereken tek şey Batı hadaratını terk ederek, insanlığın yegane kurtuluşu olan İslam hadaratına sarılmaktır. Zira İslam hadaratı insanı kalkındıran eşsiz bir hadarattır. Bu yaşam tarzı insana hayat verir ve düşmüş olduğu karanlıklardan onu kurtarır. İslam hadaratının hayat bulması ise elbette İslami bir devletin, Hilafetin varlığıyla mümkündür. Çalışanlar da işte bunun için çalışmalıdır. 

PKK’NIN TÜRKİYE’DEN ÇEKİLME KARARI

Gündemimizde olan diğer bir konu yine Cumhuriyetin acı meyvelerinden olan Kürt meselesi, terör sorunu ve halihazırda işletilmeye çalışılan Terörsüz Türkiye süreci… Terör örgütü PKK geçtiğimiz hafta Türkiye topraklarından çekilme ve sınıra yakın kampları boşaltma kararı aldı. Bu karar geçen elli yılın ardından tarihi bir dönüm noktası kabul ediliyor. Ancak PKK’nın çekilme kararı, Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerinden ziyade, bölgedeki güncel gelişmelerin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Zira örgüt, ilk kez bu denli organize ve eş zamanlı bir jeopolitik baskı altında kalmıştır ki bu baskı mekanizmasının en üst noktasında sömürgeci ABD bulunmaktadır. 

Meselenin daha iyi anlaşılması adına politik seyri kısaca özetlemek istiyorum. Bilindiği gibi, ABD Suriye’de devrimi bastırmayı başardıktan ve orada kendi çıkarlarını gözeten yeni bir rejim kurduktan sonra, Ortadoğu’daki vekalet savaşları dönemini sonlandırma ve güya bölgesel istikrarı kalıcı hale getirme bahanesiyle bir “silahsızlandırma” politikasına yöneldi. Bu politika kapsamında, silahlı bir örgüt olarak PKK’nın varlığının ortadan kaldırılması da hedeflendi. ABD, Kürt aktörlerin siyasi faaliyetlere yönelmesi ve silahlı mücadeleyi bırakması konusunda net bir sinyal verdi.

Böylece, Irak’ın kuzeyinde Türkiye sınırına yakın bir bölgede yerleşik, İngiliz nüfuzu altındaki bu silahlı gücün varlığını sonlandırmayı amaçladı. Bunun için Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak hükümetiyle koordinasyon sağlandı. PKK’nın Türkiye’deki etkinliği zaten son yıllarda önemli ölçüde kısıtlandığı için, örgüt bu baskı çemberi altında süreci kabullenmek ve Öcalan’ın silah bırakma ve fesih çağrısına uymak zorunda kaldı. Sonrasında ateşkes kararı ardından örgütün feshi ve sembolik silah yakma töreniyle silahlı mücadelenin tamamen sona erdiği ilan edildi malumunuz. PKK şimdi meselenin çözümü için zor adımları kendilerinin attığını hükümetin ise siyasi ve hukuki reformlarda yetersiz kaldığını iddia etmeye başladı. 

Sürecin kronolojik seyri incelendiğinde, Bahçeli’nin çağrısından PKK’nın Türkiye’den çekilme kararına kadar geçen bir yılda sürecin ilerlemesi noktasında bir yavaşlık gözlemleniyor. Bu da tarafların niyetleri, samimiyetleri ve amaçları konusunda şüphe uyandırmaktadır.

Elbette çok boyutlu çok aktörlü bir meseleden söz ediyoruz. ABD’nin Ortadoğu politikası var, PKK üzerindeki İngiliz nüfuzu var, PKK’nın Avrupa kanadı var, Suriye’deki SDG ile ilgili boyutlar var, DEM Parti ve meclis komisyonu tarafı var, Öcalan ve İmralı yönü var, süreç içerisinde gizli kalan görüşmeler ve pazarlıklar var. Aynı şekilde CHP ile ilgili soruşturmalar ve kayyım meselesi var, örgüt militanlarının akıbeti ve af tartışmaları var, kamuoyunun tepkileri ve bunun oy oranlarına etkisi var. Beraberinde yapılan milliyetçilik tartışmaları ve bu temeldeki siyasi hesaplar var, yeni anayasa ve yasal düzenlemelere ilişkin tartışmalar var, Erdoğan’ın yeniden adaylığı ve 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili sonuçları var. 

Yani çok karmaşık bir denklemle karşı karşıyayız, ancak bilinmesi gereken husus şudur: ABD, özellikle Gazze’de ateşkes sürecinin başlatılmasından sonra bölge politikasını hızlandırmaya başlamıştır. Önümüzdeki dönemde bunun etkilerini göreceğiz zaten. Bu bağlamda terörsüz Türkiye süreci de hızlanacaktır, ancak bir yandan Hükümetin kendi hesapları ve temkinli adımları nedeniyle bir yavaşlık söz konusudur, diğer yandan PKK somut sonuçlar ve yasal değişiklikler yapılsın bahanesiyle ayak sürüyor. Diplomatik baskıdan başka PKK’yı zorlayabilecek ve daha hızlı bir çözülme sağlayabilecek bir mekanizma şimdilik yok. Kamuoyu baskısı ve yaklaşan seçimler nedeniyle hükümetin de temkinli hareket ettiği malum. Anlaşılan, bu süreç birtakım sembolik adımlarla zamana yayılacaktır.

Dolayısıyla PKK’nın aldığı Türkiye’den çekilme kararını işte bu sembolik adımlardan biri olarak değerlendirmek ve muhtemelen eş zamanlı gerçekleşen İngiliz Başbakanı Starmer’in Türkiye ziyaretiyle ilişkilendirmek gerek. Bizler Müslümanlar olarak, elbette terörün sona ermesini, akan kanın durmasını ve insanların güven içinde yaşamasını İslami bir vecibe olarak destekleriz. Ancak bunun kafir devletlerin politikalarına ve çıkarlarına, siyasi aktörlerin ikbal arayışları ve çıkar hesaplarına kurban edilmesini asla kabul edemeyiz.

CHP’NİN YOLSUZLUK DAVALARI

Son olarak Türkiye’deki siyasi kirliliğin ve daha da önemlisi siyasi köleliğin bir göstergesi olması açısından iktidar ile muhalefet partisi CHP arasında devam eden çatışmayı, kavgayı değerlendireceğiz. Malum bu kavga uzun yıllardır devam ediyor​, uzun yıllardır diyorum çünkü CHP Cumhuriyet’in kurucu partisi ve esasen bu kavgayı başlatan partisi olduğu için uzun yıllar muhaliflerine kan kusturdu. CHP zihniyetinin iktidarda olduğu dönemlerde yaşanan darbeler, yasaklamalar, hukuk dışı yargılamalar, siyasi yasaklar, parti kapatmaları buna örnek gösterilebilir. 

Şimdi de iktidarda olan Ak Parti kendi muhalifi olan CHP ile çok net bir siyasi kavga yürütüyor. Bu 2019 ve 2024 Belediye seçimlerinde iktidar partisinin önemli şehirleri kaybetmesi ile somut halini aldı. Malum 2028 de genel seçimler, 2029 da ise yerel seçimler var. Bu kavga ve çatışma seçimlere kadar süreceğe benziyor. Bu sürecin İstanbul ya da Türkiye halkına yönelik bir yönü var mı derseniz, yok. Zira mesele siyasetin kirliliğini ortaya koyuyor, mesele halktan alınanın nasıl çarçur edildiğini gösteriyor. Mesele halkı temsil edenlerin, halka hizmet için seçilenlerin kime nasıl hizmet ettiğini gösteriyor. 

Türkiye’de siyasi çıkar ve menfaat belediyeler üzerinden yürütülür. Yerel yönetimler, hizmet kapısı değil, maalesef siyasi partiler için birer büyük rant kapısıdır. Büyük bütçeler, imar planları ve ihaleler… Bunlar, ne iktidardaki ne de muhalefetteki partilerin gözünü doyurmaz. Bu sebeple, siyasi partiler arasındaki tüm çekişmelerin ve açılan davaların altında yatan asıl neden, memlekete hizmet değil, rant düzeninin kontrolünü ele geçirme hırsıdır.

​CHP’nin kendi içindeki çalkantıları, kurultay davaları ve şimdi de en önemli figürlerinden biri olan İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalar, bu kirliliğin doğal sonucudur. Siyasetin ve belediyelerin bu rant bataklığına saplanmış olması, onları çıkar ve menfaat için gayrimeşru araçları kullanmaya itmektedir. Yolsuzluk, rüşvet, kayırma, ihaleye fesat karıştırma vs. bunlar bu ülkenin kurucu partisi olan CHP’nin yapmadığı şeyler değil ki eskiden beri hep böyle idiler. Ama bu kirlilik sadece CHP’de yok, iktidar partisinde de var.  20 küsur yıldır iktidarda olan bu parti o kadar dönem büyük şehirler, iller ve ilçelerde belediyecilik yaptı birinde bir soruşturma, kovuşturma oldu mu? Demek ki kayırma var…

En son malum İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski başkanı İmamoğlu hakkında casusluk davası görüldü ve bu davadan tutuklamalar oldu. ​Peki, bu “casusluk” davası neyin nesi? Davanın süreci, sonuca bağlanması, karar verilmesi zaman alacak muhakkak. Kim haklı kim haksız, suçlu suçsuz ortaya dökülür mü göreceğiz. Öyle diyorum çünkü yargı sistemi ne yazık ki bağımsızlığını kaybetmiş, iktidarın elinde siyasi rakipleri tasfiye etmek için kullanılan bir silaha dönüşmüş. Ortada casusluk gibi ulusal güvenliği ilgilendiren bir itham var, 15 milyon insanın bilgileri söz konusu ama bu mesele iktidar partisi ile CHP’nin siyasi kavgası içinde değersizleştiriliyor. 

Ayrıca CHP’nin İngilizlerle çalıştığı bilinmeyen bir şey değil ki, İstanbul kar altında kriz yaşarken Belediye Başkanı İngiliz Büyükelçisi ile restorandaydı biliyorsunuz. İstanbul halkının özel bilgileri, veriler İngiltere’ye verilmiş yani casusluk yapılmış, bu ülkenin her şeyi, kaynakları, servetleri, iradesi on yıllarca İngilizlere peşkeş çekildi. Şimdi de Amerikalılara peşkeş çekiliyor, fark var mı? Yani siyasi kirlilik var aynı zamanda siyasi kölelik de var. Kısacası nereden tutsanız elinizde kalacak bozuk bir düzen!

Tüm bu kriz ve kokuşmuşluk tablosu bize, sorunun sistem kaynaklı olduğunu göstermektedir. Bu tablo, mevcut laik demokratik sistemin tamamen iflas ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. İşte bu rüşvet, yolsuzluk ve adaletsizlik tablosu, iktidar ve muhalefetin birlikte savunduğu laik cumhuriyet sisteminin eseridir. İşte İslam’dan kopuşun yüz yıllık sonucu budur: Ahlaki ve doğru olanın yerine, hile ve çıkara uygun olanı seçmek! Hâlbuki İslam, tüm beşeri ideolojilerin üzerinde; düşüncesiyle, metodu ile bir hidayet ve nur kaynağıdır. Ona iman eden onun hükümlerini uygulayan izzet ve şeref kazanır. Ondan yüz çeviren ise hem dünyada hem ahirette rezil rüsva olur.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu 

28 Ekim 2025

 

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.