HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

İZMİR BELEDİYESİ’NİN ÇİRKİN GİRİŞİMİNİ ENGELLEDİK

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. -İZMİR BELEDİYESİ’NİN ÇİRKİN GİRİŞİMİNİ ENGELLEDİK -DERNEKLER YASASI MECLİSTEN GEÇTİ -ASGARİ ÜCRET BELİRLENDİ -TÜRKİYE’NİN “İSRAİL” VE ÇİN İLE İLİŞKİLERİ

İZMİR BELEDİYESİ’NİN ÇİRKİN GİRİŞİMİNİ ENGELLEDİK


Geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediyesi, eğer ki Müslümanların tepkisi olmasaydı çok çirkin ve küstah bir işe koyulacaktı. Rasulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem Efendimize hakaret karikatürleri çizen Fransız dergi Charlie Hebdo’nun genel yayın danışmanı Plantu’yu Belediye’nin düzenlediği bir festivalde, 24 Aralık tarihinde yapılması planlanan bir oturuma davet etti. Bu gelişme üzerine 24 Aralık günü İzmir Konak Meydanı’nda “Rasulullah’a Hakaret Eden Charlie Hebdo’yu İzmir’de İstemiyoruz” diyerek bir basın açıklaması yapacağımızı duyurduk. Bu tarihten bir gün önce ise Saat 21:00’de ise #İzmirdeCharlieHebdoyaHayır etiketiyle Twitter’de bir çalışma başlattık. Müslümanların tepkisi yoğunlaşınca İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger, sosyal medya hesabından bahsi geçen bu toplantının iptal edildiğini açıkladı. 
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu çirkin girişimine karşı duyarlılık gösterip, Rasulullah’a sahip çıkan tüm Müslümanlardan Allah razı Olsun. Bu gösterdi ki Müslümanlar sessiz kalınca İslam düşmanları İslam’ın değerlerine hakareti meşrulaştırmaya normalleştirmeye yelteniyorlar. Ama Müslümanlar seslerini yükseltince onlar geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Yani İslam düşmanlarını cesaretlendiren şey, Müslümanların sessizliği, bunu bir kez daha görmüş olduk. İslam ve Müslümanlara hakarete yeterli derecede tepki veremeyen yöneticilerin tepkisiz ve öfkesiz kalmalarının sebebi de yine Müslümanların sessizliği. Çok iyi biliyoruz ki eğer bu çirkin etkinliğe tepki verilmeseydi, basın açıklaması ve protesto yapacağımızı duyurmasaydık, Müslümanlar tepkiye ortak olmasaydı, valilik bu etkinliği sadece izleyecekti. İslam düşmanı bu adamın Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e hakaretleri yanında kar kalacaktı. Sonrada birileri çıkıp, fikir özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü diyerek bu küstah adamın yaptıklarını savunacaklardı. 


Kıymetli Müslümanlar!
Allah’ın Nebisine iftira ve hakaret fikir özgürlüğü olabilir mi? Müslümanların kutsallarına saldırmak mizah olabilir mi? Bu ne cüret bu ne küstahlık! Son zamanlarda dinimiz İslam’a, Kutsal Kitabımız Kuran’a ve yoluna canımızı feda edeceğimiz Rasulullah’a hakaretler ve saldırılar artarak devam ediyor. Kimisi Allah’ın Kitabına tükürüp yırtıyor, kimisi İslam’a sövüyor, kimileri her fırsatta Rasulullah’a hakaret ediyor. Kimileri de bu aşağılık adamlara, fikir özgürlüğü diyerek destek çıkıyor. Bunlara en sert şekilde cevap vermeleri gereken yöneticiler ne yapıyor? Sadece boş laf üretiyorlar, konuşuyorlar ama adım atmıyorlar. Kıymetli kardeşlerim! Maalesef Müslümanların başındaki liderler, sizin öfkelendiğiniz şeylere sizin gibi öfkelenmiyorlar. Bazıları biç bir yaptırımı olmayan, muhatapların gülüp geçtiği cılız kınama mesajları yayınlıyorlar! Bazıları ise bu alçakları ödüllendiren, destekleyen Macron’dan şeref madalyaları alıyorlar.  Allah aşkına söyleyin, bu yöneticiler kimleri temsil ediyor? Müslüman halkın değerlerine hiçbir kıymet vermeyen bu yöneticiler, neden her zaman Batılı ülkelerin ve sömürgeci Kafirlerin değerlerine ve çıkarlarına kıymet veriyor. 


Kıymetli Müslümanlar! 
Bizler buradan özelde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’na, İzmir Belediyesinin yetkililerine sesleniyor ve haykırıyoruz. Sakın ha sakın, fikir özgürlüğü safsatalarının arkasına sığınmayın! Sakın ha sakın iktidarın sessizliği sizi cesaretlendirmesin! Müslümanların suskunluğu sizi aldatmasın! Her suskunluğun bir kırılma noktası vardır bunu da unutmayın. Biz sizin fikir özgürlüğü ile neyi kastettiğinizi çok iyi biliyoruz. Sizin arkasına sığındığınız şey, sadece küfür özgürlüğüdür. İslam’a ve değerlerine sövme özgürlüğüdür. Biz Müslümanlar olarak sizin bu çirkin girişimlerinize asla müsaade etmeyeceğiz. Değerlerimize hakaret etmenize asla izin vermeyeceğiz. Kutsallarımızla alay etmeniz karşısında asla sessiz kalmayacağız. 


ASGARİ ÜCRETLİYE VERDİĞİNİZ ZATEN AZ BARİ VERGİYİ SADECE ZENGİNDEN ALIN! 
Asgari Ücret Tespit Komisyonu günlerce süren toplantıların, görüşmelerin ardından nihayet asgari ücret konusunda mutabakata vardılar. Herkes biliyor ki, hükumetten, işverenlerden ve sözde işçi temsilcilerinden oluşan bu komisyon, çaldığı minareyi kılıfına uydurmak için oluşturulmuş göstermelik bir komisyondur. Komisyon üyelerinin hiçbiri ama hiçbiri asgari ücretle geçinmenin ne demek olduğunu bilmezler. Onlar; lüks evler, lüks arabalar ve yaptıkları sınırsız harcamalar ile refah içinde yaşarken, rutubetli bir evde oturmanın, sabah gün ağarmadan yola çıkıp dolmuş ve otobüs beklemenin ne demek olduğunu bilemezler tabi... Onlar; Markette alışveriş yaparken en ucuzunu seçmek zorunda kalmanın, çocuklarının istediği bir şeyi alamadığı için babanın yaşadığı çaresizlik hissinin ne demek olduğunu hiç bilemezler. Dolayısıyla asgari ücretle geçinen insanların yaşadıklarını yaşamayan, onların hislerine hiçbir zaman ortak olmamış insanlardan kurulu bir komisyondan bahsediyoruz. 
İşte bu komisyonun başkanı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yılda klişe sözlerini sarf etti. Asgari ücreti 2021 yılı için net 2.825 TL olarak belirlediklerini söyleyip “İşçi kardeşlerimizi enflasyona ezdirmedik” dedi. Sayın bakan! Biz biliyoruz ki sizin asgari ücret tespitinde olumlu ya da olumsuz hiçbir dahliniz yok. Zira sermaye sahiplerinden ve Cumhurbaşkanı’ndan habersiz asgari ücretin tespit edilmesi, açıklanması imkansızdır. Siz verileri Cumhurbaşkanı’na veriyorsunuz, son sözü her zaman olduğu gibi o söylüyor. Siz de bu sözün açıklamasını yapıyorsunuz. Bu nedenle size diyecek bir sözümüz yok. Ancak iktidarın gerçek sahiplerine söyleyecek sözümüz elbette olacaktır. 
Kaşıkla verip kepçeyle almayı alışkanlık edinmiş yöneticiler sözümüz sizedir! Diyanet’in belirlediği bir insanın karnının doyacağı asgari fitre miktarı 27 TL. Dört kişilik bir ailenin sadece karnını doyurmak için 3.240 TL’ye ihtiyacı var. Kira, doğalgaz, elektrik, faturalar, ulaşım, giyim ve diğer temel ihtiyaçlar buna dahil değil. Şimdi söyleyin bakalım bu mu sizin adaletiniz! İşçiler sizin köleniz değildir! Bu halk sizin köleniz değildir! Kendinize reva görmediğiniz bir şeyi halkınıza reva göremezsiniz! Halkınız sefalet içinde yaşarken siz lüks bir yaşam süremezsiniz! Sömürgecilerin ve zenginlerin değil halkın yöneticileri olun! Halktan ve asgari ücretle çalışan işçi kardeşlerimizden topladığınız vergilerle zenginleri daha çok zenginleştirmeyi bırakın! 


Tamam vergiyle ayakta duruyorsunuz, kabul! Öyleyse vergileri sadece zenginlerden alın! Asgari ücretliden vergi almayın! Aldığı maaşa göz dikmeyin! Temel ihtiyaçlardan aldığınız vergileri kaldırın! Elektrik, doğalgaz, su gibi esasında ümmetin ortak malı olan kalemlerden vergileri, kar marjlarını kaldırın! İktidara gelmeden önceki çay-simit hesabını tekrar gözden geçirin. Hani siz Ömerler arıyordunuz ya! İşte size fırsat! Ömer olun! Halkının yiyemediğini yemeyen Ömerler olun! Dünyaya adaletin ne demek olduğunu öğreten Ömerler olun! Ama olamazsınız! Zira güzel her neyse o sizin sadece dilinizde! Kötü her neyse o sizin yaptığınız şeyde!
Şimdi gidin İslam’ın edebiyatını yapın, kapitalizmin zulmünü dayatın! Elbet bu günler de geride kalacak! Elbet İslam nizamı hayata hâkim olacak! Elbet Raşidi Hilafet yeniden kurulacak! İşte o zaman bolluk ve bereket ümmetin üstünden eksilmeyecektir. O zamana kadar Rasulullah’ın şu duası size ibret vesilesi olur inşallah… Olur ki bu duadan ibret alırsınız. “Allah’ım! ümmetimin yönetimini üstlenip te, onları sıkıntı ve meşakkate düşürene sen de sıkıntı ver; Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara kolaylık gösterip, refaha kavuşturana sende kolaylık göster”


SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BU YASAYA YÜKSEK SESLE TEPKİ VERMELİDİRLER
Ekonomik kriz ve kötü yönetilen para politikaları ile halkımız her geçen daha fakirleşirken, daha çok yardıma muhtaç hale gelirken, geçtiğimiz hafta Meclis yeni bir yasa çıkardı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin isteği üzerine; “Kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine yönelik yaptırım kararlarının uygulanmasına” ilişkin usul ve esasları düzenleyen kanun teklifi TBMM’de kabul edildi. Bu yasa ile İçişleri Bakanlığı’na dernek ve vakıfların faaliyet alanlarını daraltma ve gerektiğinde bu kurumlara kayyum atama yetkisi verilmiş oldu. Yöneticiler ve kendilerini sözde milletin vekili görenler; yükselen faizlere, enflasyona, işsizliğe, pandemi ile daha da fazla hissedilen krize çözüm bulmak, bu sorunlara kafa yormak yerine enerjilerini sömürgeci kafirlerin uluslararası planlarına hizmet etmeye harcıyorlar. Bunlar, devletin evsiz ve barksız, aç ve sefil bıraktığı yoksul ve fakir insanların yardımına koşan Sivil Toplum Kuruluşu dernek ve vakıflara nasıl çökerim, gönderilen yardım yollarını nasıl keserim, buraya kafa yoruyorlar. 
Peki bu yasa nasıl gündeme geldi? Nereden çıktı, Türkiye neden bu yasayı meclisten çıkarma gereği duydu? Senaryo öyle güzel yazılmış ki Kıymetli Müslümanlar alkışlamamak elde değil… FAFT yani “Birleşmiş Milletler Mali Eylem Görev Gücü” 2019 yılında bir rapor hazırlamış.   Bu raporda stratejik konumu sebebiyle Türkiye’nin terör saldırılarına uğrama ihtimalinin yüksek olduğu ve bu sebeple de tedbir alınması gerektiği söylemiş. Bu gerekçeyle de Türkiye’nin 1 yıl boyunca izleneceği dile getirilmiş. Sonrası, sonrası malum… Aradan geçen bir yıl sonunda FAFT raporu gerekçe gösterilerek Ak Parti vekillerinin hazırladığı yasa teklifi alelacele meclisten geçti. 


Kıymetli Müslümanlar! 
Bakın, eğer ki bir yerde terör tehdidi varlığından söz ediliyorsa, BM için o tehdit İslam’dan başkası değil, “İslami Terör”den başkası değildir. Şimdi sormak istiyorum; Hani o iş konuşmaya geldi mi, ABD’ye Batı’ya meydan okuyan liderler, yöneticiler, vekiller, hatta ve hatta gazeteciler var ya, bir tanesi çıkıp; “Ey BM en büyük terör sensin, en büyük terör tehlikesi senin varlığın!” diyebildi mi? Diyemedi.  “Ey BM! Sen Bosna’da, Kosova’da, Irak ve Afganistan’da terör estiren Batılı devletlerin, ABD’nin terör finansmanı değil misin?” diye sorabildiler mi? Soramadılar.  “Ey BM! YPG ve PYD’ye binlerce tır dolusu silah sevkiyatı yapan ABD için bir kınama açıklaması yapmadın, şimdi kimi hangi tehditten korumaktan bahsediyorsun” diye sorabildiler mi? “Sen terörle mücadele için bizim hangi yasa ve kanunu çıkaracağımıza karar veremezsin.” Çünkü sen terörü destekleyen en büyük uluslararası kuruluşsun” diye haykırabildiler mi? Yok! “Ey BM! Sen kimyasal silah var diyerek Irak’a girip bir milyon çocuğu yetim bırakan, servetleri çalan, öldüren, katleden, tecavüz eden ABD’ye iddia ettiğin kimyasal silahlar nerede diye sordun mu ki? Şimdi kalkıp bize terörü finanse edenler kim diye soruyorsun?” “Sen, halkına kimyasal silah kullandığında Suriye diktatörü zalim Esed’e bir yaptırım uyguladın mı ki, şimdi kalkmış dernek ve vakıflara yaptırımdan bahsediyorsun!”


Evet duydunuz mu kıymetli Müslümanlar! BM’ye “Dünya 5’ten büyüktür” diyenlerden böyle bir söz duydunuz mu bu süreçte Allah için söyleyin. Yok! Diyemediler, çünkü bu yasayı geçirmek, dernek ve vakıfları işlevsiz hale getirmek, hareket alanlarını daraltmak ve seslerini kısmak istediler. Bunun için de bu yasayı geçirdiler. Biz bu yasaya evet oyu verenlere buradan soruyoruz: Türkiye’nin kimyasal silahlı bir terör saldırısına uğrama ihtimalinin olduğuna inanacak kadar saf mısınız Allah aşkına? Irak’a kimyasal silah bahanesiyle giren sonrada tek bir kimyasal silah bulamayan ABD aslında BM’nin ta kendisi değil mi? Siz bu kanunun aslında kime, hangi sömürgecilere hizmet ettiğini bilmiyor musunuz? Bilmiyorsanız sizin mecliste ne işiniz var? Siz ne işe yararsınız? 


Kıymetli Müslümanlar! 
Meclis konuşmalarında Muhalefet kanadı bu teklife sert bir şekilde itiraz etti ve eleştirdi. Ancak biz biliyoruz ki onların cumhur ittifakı vekillerden hiçbir farkı yok. Şayet kendi iktidarları döneminde böyle bir talep gelmiş olsaydı bu sefer savunanlar onlar muhalefet edenler ise bugünün savunucuları olacaktı. Zira bunlar kendilerine ait bir iradeden mahrumdurlar. İşte bu nedenle muhalif vekillerin ve partilerin yaptığı muhalefet şerhlerinin hiçbir anlamı yoktur. Bu meselede sesini yükseltmesi gerekenler yine Müslümanlar olmalı, İslami dernekler, vakıflar, Sivil Toplum Kuruluşları bu yasaya en şiddetli şekilde tepki vermeliler. Zira meselenin özünde STK’ların, vakıf ve derneklerin baskı altına alınması var. Bu baskılar karşısında direnmeliler ve susmamalılar. Zira susmak çözüm değil, susmak elinde olanları da yarın kaybetmek demektir. Zulme razı olmamak ve hakkı haykırmak gerekmektedir. Çünkü bu iktidarın zulümlerinden bir parçadır. Ancak tarih göstermiştir ki zulümler arttıkça zalimlerin de ömrü kısalır. 


YAHUDİ VARLIĞI VE ÇİN İLE YAKINLAŞMAK FİLİSTİN VE DOĞU TÜRKİSTAN’DAN UZAKLAŞMAKTIR
Son günlerde Türkiye ile Yahudi varlığı “İsrail” arasında yeniden normalleşme olacağına işaret eden bazı gelişmeler yaşanıyor. Önceki gün Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Hakkı Caşın “İsrail”in bir adım atması halinde Türkiye’nin iki adım atabileceğini söyledi. Ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’e yönelik sıcak mesajlar verdi. Erdoğan bir gazetecinin, "İsrail” ile Türkiye'nin son dönemde ilişkileri yeniden tesis etmeye başladığı yönündeki haberlere yorumunuz nedir?" sorusuna şu cevabı verdi: "Bu konuda yani bizim İsrail ile istihbarat noktasında münasebetlerimiz zaten kesilmiş değil, devam ediyor. En tepe noktada sıkıntılar olmamış olsa “İsrail” ile münasebetler çok daha farklı olabilirdi. yoksa gönlümüz arzu eder ki onlarla da münasebetlerimizi daha iyi bir noktaya taşıyalım."
Evet yanlış duymadınız. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yahudi varlığı İsrail ile perde arkasında istihbarat kanalları ile görüştüklerini itiraf ediyor. Aynı zamanda işgalci varlık ile ilişkileri daha da güçlendirmek istediğini ve sorunun Gaspçı İsrail’in kendisi değil, tepe noktadaki yöneticiler olduğunu söylüyor. Bir ülke, işgalci katil Yahudi varlığı ile istihbarat alanında ne için kimin menfaatine görüşür ki?


Kıymetli Müslümanlar! 
Aslında Türkiye’nin bu yaklaşımı yeni de değil. Zira geçtiğimiz Nisan ayında dış ülkelere yapılan Corona yardımları kapsamında “İsrail”e tıbbi ekipman gönderilerek normalleşmenin ilk sinyalleri verilmişti. Daha sonra kamuoyundan tepkiler yükselince aynı yardımın Filistin’e de yapıldığı söylenerek meseleniz üzeri örtülmüştü. Bugün ise El Cezire başta olmak üzere yabancı basın kaynaklarında Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ufuk Ulutaş’ın İsrail Büyükelçisi olarak atandığına dair haberler geçiyor. Bu iddialara ilişkin hükümetten henüz bir teyit ya da yalanlama açıklaması gelmedi. Ancak iddiaların ne kadar doğru olduğu henüz net değilse de Türkiye’nin İsrail’e ellerini uzattığı ve perde gerisinde yürüyen ilişkileri artık normalleştirmek istediği görünen bir gerçektir. 
Şimdi buradan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve diğer hükümet yetkililerine sesleniyorum: Siz değil miydiniz?  Yahudilerle normalleşen Arap ülkelerini Filistin halkına ve davasına ihanetle suçlayan! Siz değil miydiniz, normalleşen hainleri tarihin hüsran ile yazacağını söyleyen! Siz değil miydiniz? Elinizde harita ile Birleşmiş Milletler Kürsüsüne çıkıp, İsrail’in Filistin topraklarında 70 yıldır işgalci olduğunu söyleyen! Yine siz değil miydiniz? İsrail’in çocukları öldürmeyi iyi bilen bir terör devleti olduğunu söyleyen? Aynı zamanda İsrail’e ihtiyacınız olduğunuz söyleyen de sizdiniz, Mavi Marmara davasını düşüren de sizdiniz. ‘İsrail halkı ve devleti bizim dostumuzdur’ diyen de sizdiniz.
Velhasıl sizin ne dediğinizin çok önemi yok. Sizin siyasetinizin rotasını belirleyen şey Amerikan çıkarları ve sizin iktidarınız. Onun için dün katil devlet, terör devleti dediğiniz “İsrail” için bugün aramızda bir sıkıntı yok diyorsunuz. İlişkilerimizin daha iyi olmasını istiyoruz diyorsunuz. 


Aynı şeyi Türkiye-Çin ilişkileri için de söyleyebiliriz. İçeride Türkçülük ve turancılık siyaseti güdüyorsunuz, dışarıda Azerbaycan’da iki devlet tek millet diye şov yapıyorsunuz. Ama İstanbul’daki Çin Konsolosluğu önünde haftalardır bekleyen ve Çin rejiminin elindeki ailelerinin akıbetini soran Müslüman Uygur kardeşlerimize cevap veremiyorsunuz. Ağzınızı bıçak açmıyor, Çin’den gelecek üç kuruş para için muhacir kardeşlerimiz hakkında Çin rejimine söz hakkı tanıyorsunuz. Yerli ve yabancı ajanslar Çin'in "suçluların iadesi" anlaşmasını onayladığını yazdı. Eğer ki bu anlaşma TBMM'den de geçer ve onanırsa Maocu Perinçek ve mülteci düşmanı faşistleri memnun edeceğinizi biliyorsunuz değil mi? ABD İstedi diye Mavi Marmara şehitlerinin kanlarını 20 milyon dolara sattınız şimdi Çin istedi diye ekonomik çıkar uğruna Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi iade ederseniz, bu kötülüğü de yapacağız derseniz hem bu dünya da hem de hesapların kesinlikle görüleceği o günde rüsva olursunuz.  Bunu sakın unutmayın! 


Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.