Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 13 Mayıs 2025
"Ne büyük bir utanç! 18 milyon askere ve devasa silahlara sahip 57 İslam beldesinin liderleri, Gazze için bir çözüm üretmekten acizler. Gazze’de ateşkes olması ve işgalci İsrail’in durdurulması için Trump’a adeta yalvarıyorlar."
PKK’NIN FESHİ VE YENİ SÜRECİN ANLAMI
Bu hafta toplantımıza terör örgütü PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme kararı ile başlamak istiyorum. Malum dün Türkiye gündeminde bu konu vardı ve muhtemelen uzun süre de gündemde kalacaktır. Süreç yaklaşık 8 ay önce başladı. 1 Ekim 2024 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Parti grubunda milletvekilleri ile tokalaşmasıyla başlayan süreç, “terörsüz Türkiye” mottosuyla ülke gündemine yerleşti. Bu önemli mesajın, milliyetçi bir parti ve liderinin ağzından çıkması hem hükümetin elini rahatlattı. Hem de toplumdan gelecek tepkileri dizginlemiş oldu.
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı sonrasında PKK, 5-7 Mayıs tarihlerinde olağanüstü Kongresi’ni toplayarak fesih kararını aldı. Bu karar 12 Mayıs’ta kamuoyuna ilan edildi. Türkiye’nin yaklaşık yarım asırdır süren terör sorununda böylesine bir adım atılması elbette önemli bir gelişmedir. 41 yıl boyunca on binlerce insanın hayatına mal olan, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden, trilyonlarca dolarlık ekonomik zarara, büyük sosyal ve siyasal kırılmalara sebep olan bu örgütün kendini feshetmesi, aklı ve vicdanı olan herkesin memnuniyetle karşılayacağı bir gelişmedir.
Ancak kıymetli Müslümanlar, sevinmekle birlikte bazı soruları sormadan da geçemeyiz. Madem bu kadar kolay bir şekilde fesih gerçekleşebiliyordu, neden bu kadar yıl beklenildi? Daha önce bu karar neden alınmadı? Bu süreç gerçekten PKK ve devletin kendi iradesiyle mi başlatıldı? Bu ve benzeri onlarca soruya toplumun vicdanını tatmin edecek cevaplar verilmesi gerekiyor. PKK’nın yayınladığı fesih bildirisinde, “PKK’nın mücadelesi Kürt halkı üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladı, sorun artık demokratik siyaset yoluyla çözülebilir noktaya geldi” deniyor. Yani silah kullanırken de bırakılırken de demokrasi adına yapılıyor! Bu da bizlere bir şeylerin sorgulanması gerektiğini gösteriyor.
PKK, Kürt halkının ötekileştirilmesine, yok sayılmasına karşı doğal iç dinamiklerinden hareketle çıkmış bir yapı değildir. Kurulduğu günden itibaren laik Kemalist rejimin hem İslam’ı hem de özellikle Müslüman Kürt halkını düşman olarak listenin başına koyması, bu saikle uyguladığı baskı politikalarına rağmen Kürtleri istediği kıvama getirememesi zaman içinde farklı politikaların benimsenmesine sebep oldu. Sonuçta Kemalist rejimin hedeflediği sosyal siyasal dönüşüm, yani Kürtleri hem İslam’dan uzaklaştırma hem de asimile etme siyaseti PKK gibi bir örgütü meydana getirdi. İngiliz aklıyla projelenmiş bu yapı, sosyolojik mühendislikle bölgede var edildi. PKK; yaşanan acılardan beslenen, mazlum Kürt halkının sözde hamisi gibi gösterilen, ama özünde Kürtleri İslam’dan ve değerlerinden uzaklaştırmak için kullanılan Marksist-Leninist bir aparattı.
Devletin baskıları, OHAL uygulamaları, hukuksuzluklar, sosyal, siyasal ve iktisadi yok saymalar, bütün bunların duygusal kırılmaları ortaya çıkarması PKK’yı büyüten, besleyen zemini ve motivasyonu oluşturdu. Fakat aklı başında olan herkes bilir ki hiçbir silahlı örgüt, devletlerin desteği olmaksızın bu kadar uzun süre ayakta kalamaz.
Hele 40 yıldan uzun bir zamandır aralıksız silahlı mücadeleyi yöntem edinmiş hiçbir ilke ve ölçüsü olmayan bir örgütün Batı’dan gelen para, silah, medya ve lojistik destek sayesinde varlığını nasıl sürdürdüğü herkesin malumudur. Yine hiçbir devlet, bir örgütü siyasi, sosyal, askeri, iktisadi hedefleri olmaksızın sadece hak için mücadele veriyor diye de desteklemez. Dışarıda sömürgecilerin çıkar politikalarına doğrudan veya dolaylı bir şekilde hizmet eden bu yapılar, içerde çok daha büyük bir yıkımın aparatı oldular.
Laik Kemalist rejimin gayri insani uygulamaları ile sosyalist PKK’nın terör eylemleri sonucunda 40 bin insan yaşamını yitirdi. Bu topraklarda asırlarca kardeşçe yaşayan halkları birbirine düşman etme seviyesine getirdiler. Ülkenin enerjisi heba edilip hesabı yapılamayacak maddi servetler yok edildi. Milyonlarca insan göçe zorlandı, sosyolojik ve ekonomik bozulmalar yaşandı.
Bu süre zarfında Kürt halkı laik rejimin zulmüne uzun yıllar direnerek inancını ve değerlerini koruyabildi. Fakat Marksist PKK, Kürt çocuklarını ve gençlerini dağa çıkararak kurban ettikçe halkın duygularını istismar etti, böylece daha fazla gencin kurban edilmesinin de yolunu açtı. Kurduğu baskı ve zorba otorite ile halkın dinini, değerlerini sistematik biçimde tahkir etmeyi hedef edinen PKK’nın “demokrasi ve özgürlükler” adına halkı İslam’dan uzaklaştırma gayretleri Kemalizm’in Kürt versiyonu olarak işlev gördü. Zaten meselenin en tehlikeli yönü de buydu!
Sömürgeci kafirler, özellikle bugün bu misyonu yürüten ABD, İslam coğrafyasında İngilizlerle girdiği siyasi nüfuz mücadelesinde neredeyse bölgedeki tüm devletleri ya uydusu ya da kendine tabii hale getirdi. Bölgedeki devlet ve yöneticileri kendine itaate mecbur eden bu güç, daha önce İngilizlerin kurduğu örgütleri de aynı şekilde yörüngesine koymayı ihmal etmedi.
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler başta Suriye, Gazze, Lübnan, Yemen meseleleri ABD eli ile dizayn ediliyor. Bölgedeki örgütler de bu siyasete uygun bir şekle büründürülüyor. PKK’nın feshi de ABD’nin özellikle Suriye politikasının bir parçası olarak görülebilir. Yani ABD, Asya Pasifik’e ve Çin’e odaklanma adına bölgede kendisini meşgul edecek problemler istemiyor. Fakat kullanılabilir işlevsel hiçbir örgütü de tamamen ortadan kaldırmayacağını bilmemiz lazım. Sadece şekil değiştirerek farklı yerlerde farklı görevler için nadasa bırakılıyor. Yıllardır Suriye’de PYD’yi dost ve müttefik gören ABD, adeta bir ordu gibi bu yapıyı eğitip donattı. PKK’yı terörist kabul eden ABD, PYD’yi ise meşru görmektedir. ABD, ülkeler ve örgütler arasında istediği dengeyi kurarak bölgemizi adeta sömürüyor; yöneticiler ise buna seyirci kalıyor.
Buradan önemli bir noktaya da dikkat çekmek gerekiyor. Bundan sonraki süreçte terörsüz Türkiye söylemiyle Kürt halkının temsilcisi gibi sadece bu unsurların dikkate alınması hata olur. Zira bu durum onların Kürt halkına siyasi baskı kurmalarına ortam hazırlar ve daha önceki yanlışın farklı bir tekrarı olur. Yine kendini fesheden PKK gibi silahlı bir örgüte, yöneticilerine ve üyelerine özel af ve hukuki düzenlemeler yapılır da yıllardır eline silah almamış fikri ve siyasi mücadele yapan Müslümanlar hala düşman ceza hukuku ile cezalandırılırsa toplum vicdanı da derinden yaralanmış olur bunu şimdiden belirtelim.
Artık bu sarmaldan çıkılmalı, ülkeyi gerçek kardeşlik zemininde bir araya getirecek çözüme odaklanılmalıdır. Geçmişte yapılan hataların ağır bedellerini tekrar yaşamamak için başta ABD olmak üzere tüm sömürgeci ülkelerin bizim topraklarımızdaki varlıklarına son verilmelidir. İslam ahkamını tatbik ederek Müslüman halkları ümmet kılacak, onları İslam sancağı altında toplayacak nizamı uygulamak artık kaçınılmazdır. Bu nizamın sağladığı adalet ve hukuk anlayışı hakların çiğnenmesine fırsat vermeyecek, fitne ve fesadı ortadan kaldırarak refah ve huzuru temin edecektir. İslam’ın uygulandığı bir toplumsal düzende batılı kafirlerin bu topraklarda kökleştirmeye çalıştıkları hiçbir terör hareketi zemin bulamayacak ve yok olup gidecektir.
Ey Müslümanlar! Artık şu gerçeği görelim: Batı menşeili çözümler geçicidir, aldatıcıdır. Bir asırdır yaşadıklarımız bunun en büyük ispatıdır. Gelin, gerçek huzurun ve adaletin kaynağına, İslam’a ve onun nizami adaletine dönelim. Allah zalimlerin oyunlarını boşa çıkarsın.
GAZZE’DE ATEŞKES VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Az önce değerlendirmesini yaptığımız üzere, Türkiye’de tarihi dönüm noktası niteliğinde gelişmeler yaşanırken, bir gözümüzle de sürekli Gazze’ye bakıyoruz. Atılan her adımı, yaşanan her gelişmeyi an be an takip ediyoruz. Gazze, bizim için en önemli gündem maddesi, en hayati mesele olmaya devam ediyor. Çünkü Gazze’de yaşanan savaş, bir hak-batıl mücadelesi, bir iman-küfür savaşıdır.
Gazze’de vurulan biziz. İşgal ve soykırıma uğrayan, evsiz barksız koyulan, aç ve susuz bırakılan, muhasara altına alınan, hor ve hakir görülen biziz. İslam ümmeti olarak Gazze’yi bu aşağılık zulümden kurtarmak bizim görevimizdir. İçerisinde ilk kıblemizin bulunduğu Mübarek İsra ve Miraç topraklarını, Yahudi varlığının necasetinden temizlemek bizim görevimizdir. Dolayısıyla ne olursa olsun Gazze’yi ve Filistin’i konuşmaya, sözü muhatabına söylemeye ve İslami, gerçekçi çözümün uygulanması için çalışmaya devam edeceğiz.
Gazze’de sözün bittiğini, diplomasinin iflas ettiğini bu kürsüden defaatle dile getirdik. Sadece bu kürsüden de değil; meydanlarda, camilerde, yürüyüşlerde, her yerde haykırdık. Gelinen noktada Müslümanların orduları harekete geçirilerek Yahudi varlığı yok edilmedikçe işgal ve soykırım sona ermeyeceğini artık görmeyen ve anlamayan kalmadı. Şu an yaşanan her gelişme bu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurmaktadır.
Netanyahu çetesi, İslam beldelerinin yöneticilerinin sessizliğinden cesaret alarak katliama devam ediyor. Daha geçen hafta, Yahudi varlığı kabinesi Gazze’yi kalıcı olarak işgal etme planını onayladı ve yedek askerleri göreve çağırdı. Yani işgalci varlık, kendisine bir zafer hediye edilene kadar durmayacağını, başta ABD olmak üzere Batılı efendilerine göstermeye çalışıyor. Çünkü 7 Ekim’de uğradığı hezimetten bu yana, 584 gündür istediği zaferi elde edemedi. Gazze halkı ve mücahitler kahramanca direniş göstererek işgalcilerin zafer kazanmasına izin vermedi. Evet, bunca zulme ve ihanete rağmen Gazze, Allah’ın düşmanlarına teslim olmadı.
Peki bu durum nereye kadar sürecek? Gazze halkı bu dağ gibi acılara, bu kahredici sahipsizliğe daha ne kadar sabredecek? Gazze’yi kim kurtaracak? Koskoca İslam ümmetinin üzerindeki bu zilleti kim kaldıracak? Netanyahu’ya ve gasıp Yahudi varlığına hak ettiği cezayı kim verecek? Uluslararası Ceza Mahkemesi mi? Onun Müslümanlara bir faydasının olmayacağını, başvurunun yapıldığı ilk günden itibaren söyledik. İşte bakın; Netanyahu, mahkemenin kararını uygulamakla yükümlü olan Macaristan’a gitti ama tutuklanmadı. Aksine el üstünde karşılandı. Alman hükümetinin yeni başbakanı, mahkeme kararına rağmen Netanyahu’yu Berlin’e davet edeceğini söyledi. Yarın aynı şeyi Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin de yapacağından hiç şüphemiz yok. Zira küfür, İslam’a karşı her zaman tek millettir.
Peki, Gazze’yi İsrail’in kurulmasını sağlayan Birleşmiş Milletler mi kurtaracak? Azgın Yahudiler, BM barış güçlerini bile hedef almaktan çekinmiyor. Gazze’de BM’ye ait tüm kurumlar vuruldu, birçok BM personeli bu saldırılarda hayatını kaybetti. Zira Birleşmiş Milletler, temelleri Batılı kâfirler tarafından atılan, İslam düşmanı bir yapıdır ve iradesi ABD ile diğer sömürgeci devletlerin elindedir.
Gazze’yi küstah Trump mı kurtaracak?
Evet, onun da Gazze için kendince bir “çözüm planı” var. O, Gazze’yi satın alarak halkını tehcir etmeyi ve böylece “kurtarmayı” hayal ediyor. Kabul edilmezse Gazze’ye cehennemi yaşatmakla tehdit ediyor. Bu küstahlığa rağmen, yöneticiler hâlâ Trump’ın ağzından çıkacak sözü bekliyor. Hakan Fidan’ın ifadesiyle, Trump’tan Netanyahu’nun tasmasını eline alması isteniyor. Ne büyük bir utanç! 18 milyon askere ve devasa silahlara sahip 57 İslam beldesinin liderleri, Gazze için bir çözüm üretmekten acizler. Gazze’de ateşkes olması ve işgalci İsrail’in durdurulması için Trump’a adeta yalvarıyorlar. Müslüman halklar oturdukları koltukları devirmesin diye Trump’ı ikna edecek planlar hazırlayıp ümmetin servetlerini önüne seriyorlar. Üstelik ona, ABD’nin temel politikası olan iki devletli çözüm modeline geri dönmesinin en iyi çözüm olduğunu söylüyorlar.
Yanlış anlaşılmasın; bu yöneticiler Gazze’nin, özgür olmasını, işgalden kurtulmasını istemiyorlar. Onlar, Gazze’nin silahtan ve direnişten arındırılmasını istiyorlar. Batı Şeria’daki hain Mahmud Abbas yönetimi gibi, Gazze’nin Yahudilerin egemenliği altında yaşayacak bir yapıya dönüştürülmesini umuyorlar Trump’tan… Tehcire karşı esaret ve köleliği öneriyorlar. O da yöneticilerin bu zillet halini sonuna kadar kullanarak Gazze’ye eziyet çektirmeye devam ediyor.
İnsani yardım adı altında Gazze halkına ve mücahitlere ahlaksız teklifler sunuluyor. Yardımların, ABD’li bir generalin liderliğinde ve Yahudi varlığının güvenlik kriterlerine göre dağıtılması isteniyor. Evet. ABD ile Hamas arasında yapılan görüşmelerde, Gazze halkına böyle bir plan sunuldu. Bu plan, Filistin ve BM’ye ait tüm kişi ve kuruluşları dışlayarak kuşatmayı ve işgali meşrulaştırmak anlamına geliyor.
Bu da gösteriyor ki küstah Trump, tasmalısı Netanyahu’ya ne kadar kızarsa kızsın, Müslümanların yararına olacak hiçbir kararı almaz. Müslümanlar çözüm adına ne kadar iyi niyet gösterirse göstersin, ABD bunu suistimal edecektir. Müslümanlar ne kadar taviz verirse, ABD daha fazlasını isteyecektir. Zira küfrün tabiatı budur ve sömürgecilik bunu gerektirir.
Dolayısıyla Gazze’yi kurtarmak için atılması gereken tek bir adım vardır: Müslümanların ordularının, Yahudi varlığına karşı gerçek bir savaş başlatması! Müslümanlara düşen görev, bu çözümü söylemlerinin merkezi haline getirmek ve ordular harekete geçene kadar yöneticilere baskı yapmaya devam etmektir.
Diğer yandan, bu işbirlikçi ve aciz yöneticilerin ne Gazze’nin ne de ümmetin çağrılarına icabet etmediği, etmeyeceği ortadadır. O halde Müslümanlar olarak üzerimize düşen sorumluluk, aramızda Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek, bizi temsil edecek bir halife tayin etmektir. O halife, derhal gasıp Yahudi varlığına cihat ilan ederek Gazze’yi bu mezalimden kurtaracak; Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı ve bir bütün olarak Filistin topraklarını İslam’a iade edecektir. İşte Yahudilerin Amerika’nın Avrupa’nın ve bilcümle İslam düşmanlarının anlayacağı dil budur!
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
13 Mayıs 2025
#hizbuttahrir#hizbuttahrir türkiye#gündem değerlendirme#pkk'nın feshi#pkk silah bıraktı#gazze#gazze'de ateşkes#gazze'de çözüm arayışları
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!