Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 9 Aralık 2025
"Gazze’de her şey güzel, savaş durmuş, açlık bitmiş, ölümler son bulmuş, bütün sorunlar çözülmüş gibi. Hayır!"
ATEŞKES SONRASI GAZZE FAALİYETLERİMİZ
Gazze’yi gündemden düşürmemek, Gazze’nin sesi olmaya devam etmek için bugün yine Gazze ile başlamak istiyorum toplantımıza… Gazze’de yapılan sözde ateşkesin üzerinden neredeyse iki ay geçti malum. Ateşkesin sağlandığı günden bu yana, işgalci varlık kendini daha güvende hissediyor, çünkü ateşkesin tarafları ona garantörlük yapıyor. Ama Gazze halkının tarafı, mücahitlerin ve direnişin tarafı korumasız ve dayanaksız. Onların sırtını dayayacakları, sözde ateşkese bağlılık konusunda güven duyacakları kimse yok, çünkü garantör yok. Bu sebeple işgalci Yahudi varlığı azgınlığına devam ediyor, ateşkes öncesinde olduğu gibi Gazze’yi bombalamaya, çadırları hedef almaya, masum sivilleri katletmeye, mücahitlere suikastlar düzenlemeye devam ediyor. Ateşkes anlaşmasında alınan kararların hiçbiri uygulanmıyor. Bakınız bu iki ayda 600 den fazla ihlal yapmış Yahudi varlığı… Ortalama her gün 10 ihlal gerçekleşmiş, 400’e yakın Müslüman şehit olmuş, 1000’den fazla yaralı var. Gazze’ye insani yardım girişi engelleniyor, günde 600 tır girmesi gerekirken, dörtte biri zor giriyor.
Ama bütün bunlar hiç konuşulmuyor, her gün 10-15 Müslümanın ölümü artık sıradan görülüyor, hatta bunlar ajanslar tarafından servis edilmediği için bilinmiyor. Sanki Gazze’de her şey güzel, savaş durmuş, açlık bitmiş, ölümler son bulmuş, bütün sorunlar çözülmüş gibi. Hayır! Aksine hiçbir şey güzel değil, hiçbir sorun çözülmüş değil. Çünkü işgal devam ediyor ve işgalci varlık meşruiyet arıyor. Ateşkes öncesi tüm kamuoyunun dikkati işgalci Yahudilerin katliam ve soykırımına odaklanmışken şimdi iki “İsrail” askerinin cesedi konuşuluyor. Gazze’de enkazın altında on binlerce şehit var, konuşan ve çalışan yok.
Özetle Gazze’de ateş sönmedi, zulüm bitmedi, işgal sürüyor ve Gazze her gün daha çok ölüyor. Bu sebeple biz geçen hafta Çarşamba günü kamuoyuna acil bir çağrı yaptık. Müslümanları ve Gazze sevdalılarını meydanlara çağırdık, “Gazze’nin sesi olmaya devam etmeliyiz, Gazze’nin bize her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var” dedik. Zira işgalci Yahudi varlığının iki yılda yapamadığı BM ve bölgedeki rejimlerinin eliyle yapılmaya çalışılıyor, biz bunu görüyoruz. “Bu sebeple Gazze ve Filistin’in yanında olmaya, işgal ve kirli planların karşısında durmaya, Trump ile masaya oturan yöneticilere sorumluluklarını hatırlatmaya devam etmeliyiz.” dedik. “Ateşkes” denilen şey koskoca bir yalan, “Barış” denilen şey ise tam bir aldatmaca, bu sebeple Müslümanlar ve kamuoyunu harekete geçmeli Gazze’yi gündem etmeli dedik ve eylem çağrısı yaptık.
Ve aynı hafta Cuma günü, Düzce, Hatay ve Siverek’te Pazar günü ise Adana, Ankara, İstanbul, Şanlıurfa, Antalya, Yalova ve Gaziantep’te basın açıklamaları ve yürüyüşler gerçekleştirdik. Davetimize icabet edip iştirak eden STK temsilcilerine, Gazze sevdalılarına ve tüm Müslümanlara teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Basın açıklamalarımızda da söyledik, burada bir kez daha söylüyoruz: Mısır’da ABD’nin öncülüğünde garantör ülkelerin de imza verdiği Trump’ın sözde barış planı Filistin halkının meşru taleplerini karşılamaktan fersah ferah uzaktır. Bu plan açıkça Gazze için vesayet ve sömürgecilik ilanıdır. Bu plan, direniş ruhunu kırmaya çalışan, işgale meşruiyet kazandıran, daha da ötesi Gazze’de bir manda yönetimi kurmayı hedefleyen şerir bir plandır.
Bu sebeple; İslami kitleler, âlimler, kanaat önderleri ve Gazze sevdalılarına daha fazla iş düşüyor. Herkesin sustuğu bir zamanda Gazze için biz konuşmalıyız, medyanın ve kamuoyunun uyuduğu bir zamanda Gazze için biz uyanık olmalıyız. Yetkilileri ve yöneticileri ABD ve sömürgeci Batı’nın kirli planları konusunda uyarmalıyız, onları attıkları imza ve aldıkları kararlar konusunda muhasebe etmeliyiz. Gazze’nin gündemden düşmesine, direnişin sönmesine, işgalin sürmesine asla izin vermemeliyiz.
KELİME-İ TEVHİD BAYRAĞI HAZIMSIZLIĞI
Gazze ile alakalı 10 ilde yaptığımız bu amellerin biri de Ankara’daydı. Ancak Ankara’da hiç beklenmedik bir uygulama ve tepki ile karşı karşıya kaldık. İşin aslı bu tepkinin sadece bize değil tüm Müslümanlara yönelik olmasıydı. Hacı Bayram Veli Camii’nden başlayacak yürüyüşümüz engellenmeye çalışıldı. Bugüne kadar yaptığımız birçok Gazze eyleminde karşımıza getirilmeyen gerekçe ve bahanelerle bir engelleme girişimi oldu. Gerçi meselenin yürüyüşe izin alınıp alınmadığı konusu ile ilgili olmadığını görevli emniyet mensupları açık bir şekilde ifade ettiler. Kendi beyanlarına göre mesele; “Filistin bayrağı yerine Kelime-i Tevhid bayrağını taşımamızdı.”
Kelime-i Tevhid Bayrağı’na yönelik bu engelleme girişimi kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu malum. Hem bizzat Gazze yürüyüşüne katılarak hem de medya ve sosyal medyadan bu konuda duyarlılık göstererek Kelime-i Tevhid Bayrağı’na sahip çıkan tüm Müslümanlardan Allah razı olsun diyorum.
Bu vesileyle, bütün faaliyetlerimizde kullandığımız, üzerinde La İlahe İllaAllah Muhammedun Rasülullah yazılı siyah ve beyaz bayrakların anlamlarını izah etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle şunu ifade edeyim; Kelime-i Tevhid bayrağı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mirasıdır. Bu bayrağı bizzat Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tasarlamış ve taşımıştır. İbni Mace’nin Cabir’den rivayet ettiği bir hadiste “Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in fetih günü Mekke’ye beyaz bir livâ ile girdiği rivayet edilmiştir.” [İbni Mace Câbir’den rivayet etti.]
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre, Rasulullah’ın livası üzerinde La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah yazısı bulunmaktaydı. Yine aynı şekilde Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem siyah kumaş üzerin beyaz yazıyla La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah yazılı bayraklar da taşıyordu ki buna da raye denmekteydi. Konu hakkında rivayetler oldukça çoktur. Bu rivayetlerden; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siyah ve beyaz Kelime-i Tevhid bayraklarını kullandığı anlaşılmaktadır. Nitekim İstanbul’da kutsal emanetler dairesinde bulunan sancak-ı şerif siyah renkte olup, üzerinde "Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Rasûlüllah" yazısı bulunmaktadır. Osmanlı Hilafet Devleti, Sancak-ı Şerif'e büyük önem vermiştir, hem devlet erkânı hem de Müslüman teba ona sürekli saygı göstermişlerdir. Osmanlı Halifeleri sefere çıkacaklarında sancak-ı şerifi yanlarına alırlardı. Topkapı Sarayında Sancak-ı Şerifin dikildiği yere kimsenin basmaması ve hürmette kusur edilmemesi için 1908 yılına kadar burada iki süngülü asker nöbet tutmuştur. Çanakkale Savaşında kahraman askerlerimiz Kelime-i Tevhid bayrağı taşımış, bu bayrak altında savaşmış bu bayrak altında kanını dökmüş ve canını vermişlerdir. Birinci Meclis açılırken sancak-ı şerif yine oradaydı. Hemen meclisin giriş kapısına asılmıştı.
Şimdi söyleyin! Cevap verin! Beyaz ve Siyah Kelime-i Tevhid bayraklarına karşı bu öfke ve kini, bu hazımsızlığı siz nereden edindiniz? Peygamberimiz bu bayrakları kullandı, atalarımız bu bayraklar altında savaştı, Anadolu’da Batılı işgalcilere karşı yapılan Kurtuluş savaşı bu bayraklar açılarak başlatıldı! Şimdi nasıl oluyor da bu bayraklara tahammül edemiyorsunuz? Nasıl oluyor da bu bayrakları çarşafa yazılmış bez parçası olarak görebiliyorsunuz?
Pazar günü Ankara’da Hacı Bayram Veli Camii’nde yaşananlar aslında nasıl bir savrulmanın yaşandığının, tarihten ve değerlerden nasıl kopulduğunun açık bir göstergesidir. Meclis, kapısına Kelime-i Tevhid bayrağı asılarak açıldı, sonra Kelime-i Tevhid bayrağı o kapıdan indirildi, İslam hayattan uzaklaştırıldı ve Batı menşeili laiklik tatbik edilmeye başlandı. İslam’ın şiarlarına karşı amansız bir mücadele başlatıldı. Tarihini bilmeden tarihinden nefret eden, dinini modern batı dünyası ile kucaklaşmanın ve kalkınmanın önünde engel olarak gören Kemalist nesiller inşa edildi. Tarih de unutturuldu İslam da!
Geldiğimiz noktada, Kelime-i Tevhid bayrağını Arapların bayrağı olarak gören ama kendisini Müslüman olarak tarif eden, Peygamberi sevdiğini iddia eden ama peygamberin getirdiklerini beğenmeyen ne tam anlamıyla batılı olabilmiş ne de Müslüman kalabilmiş nesiller ortaya çıktı. İşte bu ruhsal çürüme ve düşünsel çöküşün tek kaynağı mevcut laik Kemalist sistemdir. Bu Kemalist sistemin başında her kim olursa olsun İslam’a ve şiarlarına karşı düşmanlık hiç bitmeyecektir. Mesele İslam ile Kemalist rejim arasındaki kültür, inanç ve davranış çatışmasıdır. Mesele, hak-batıl meselesidir. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kullandığı sancak ve bayrakları kullanmaya devam edeceğiz. Zira bu sancak ve bayraklar hiçbir kişi, kurum ve kuruluşa ait değildir. Bilakis İslam’ın sancak ve bayraklarıdır. Tevhid mücadelemiz, yani “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” mücadelemiz ise onu İslam’ı hayat, toplum devlet ve alanında fiili olarak tatbik edene kadar devam edecektir. Buradan tüm Müslümanları bu dava etrafında birleşmeye ve bu dava için mücadele etmeye davet ediyoruz.
SURİYE DEVRİMİ BİTMEDİ
Suriye’de 53 yıllık zalim Esad hanedanlığının devrilmesinin üzerinden bir yıl geçti. On beş yıl önce Der’a’nın yiğit çocuklarının başlattığı kutlu kıyam, nice badireler atlatılarak, nice fedakârlıklar yapılarak ve yüzbinlerce şehid verilerek zafere ulaştı. Ucuz bir ajan olduğu halde kendisini ilah gibi gören, Şam halkına kan kusturan, karanlık zindanlarda yüzbinlerce insanı işkenceyle katleden mücrim Beşar Esad, aşağılanmış bir şekilde Rusya’ya kaçtı. Dile kolay… Yarım asırdan fazla bir süredir Suriye halkı bu vahşi rejimin baskısı ve zulmü altında yaşadı. Üstelik sadece rejimin değil, son 14 yılda İran’ından Rusya’sına, ABD’den Haçlı koalisyonuna, YPG’sinden DAEŞ’ine kadar nice devlet ve örgütün saldırı ve katliamlarına maruz kaldı. Milyonlarca Suriyeli kardeşimiz evinden yurdundan sürülerek sığınmacı konumuna düşürüldü. Fakat tüm bu zorluklar, izzet ve şeref dolu Biladüşşam halkını ne yıldırabildi ne de teslim alabildi. Çünkü Suriye devrimi, sömürgeci ABD’nin eski başkanı Obama’nın ifadesiyle “saçları ağartan”, dönemin dışişleri bakanı Hilary Clinton’ı “çözüm bulamadığı için çıldırma noktasına getiren”, Suriyeli gençlerin tarifiyle ise “küfür dünyasını dehşete düşüren büyük İslami bir devrimdir.”
Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da Suriye devrimi durdurulmazsa Şam’dan Müslümanların halifesinin çıkacağını; devrik diktatör Esad ise rejim düşer ve Suriye’de İslami bir devlet kurulursa Fas’tan Endonezya’ya yeni bir jeopolitiğin doğacağını söyleyerek devrimin ruhunu, hedefini ve potansiyelini itiraf etmiştir. Bu vesileyle Biladüşşam halkının ve sadece Allah’ın dini hâkim olsun diye savaşan mücahitlerin zaferini buradan bir kere daha tebrik ediyor, sevinçlerini paylaşıyoruz. Kardeşlerimizi zalim rejimden kurtardığı için Rabbimize hamdü senada bulunuyoruz.
Suriye devriminin hakkını teslim ettikten sonra, muhasebe ve nasihat sorumluluğumuz gereği Suriye’nin mevcut durumu ve geleceği hakkında bazı gerçeklere de değinmemiz gerekiyor. Özellikle iktidarı devralan Ahmed Şara yönetiminin benimsediği kalkınma vizyonu ile ABD ve Batı’yla kurulan yakın dostluk ilişkileri, bu muhasebeyi zorunlu kılmaktadır. Zira neredeyse her gün, küstah Trump başta olmak üzere ABD’li yetkililerin Suriye hakkında konuştuğu, siyasi şartlar dayattığı, teslimiyet anlaşmaları imzalattığı bir ortama şahit oluyoruz. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack göreve geldiğinden beri adeta Şam’da yatıp kalkıyor. ABD’nin işgalci komutanları Suriye’de en üst düzeyde ağırlanıyor. Yahudi varlığı, “güvenli bölge” gerekçesiyle Suriye’nin güneybatısını işgal etmiş durumda. Siyonist çete, istediği zaman Suriye’nin istediği yerini vuruyor, istediği bölgeye girip çıkabiliyor, adam kaçırma operasyonları yapıyor. Bu konuda o kadar çok olumsuz gelişme var ki, saymaya kalksak onlarca değerlendirme yapmak gerekir. Fakat her gelişmeden sonra ortaya çıkan sonuç, kafirlere yaranma çabasıyla onların bir dediğinin iki edilmemesidir.
İlk olarak İslami bir yönetimden vazgeçilerek eski rejimin unvanı olan “Suriye Arap Cumhuriyeti” isminde karar kılındı. Sonra “azınlıklar ve laikler” bahanesiyle İslami hiçbir kural içermeyen geçici bir anayasa ilan edildi. Müslüman olmayanlara hatta sapkın fikirleri savunanlara yönetimde yer verildi. Kasada para olmadığı için dost-düşman ayırt edilmeksizin her türlü yatırıma yeşil ışık yakıldı; bunun için Suriye halkının katili Putin’in ayağına bile gidildi. Birleşmiş Milletler kürsüsünde konuşabilmek, Beyaz Saray’da Trump’la beş dakika görüşebilmek için Müslümanlığın izzeti hiçe sayıldı. Ahmed Şara, o kadar tavizkâr bir tutum sergiledi ki, Suriye yönetimi “IŞİD” ile mücadele koalisyonuna katıldı. Bu koalisyonun adı IŞİD ile mücadele olsa da amacının İslami yönetim düşüncesi ve İslam ile hükmetmek isteyenlerle mücadele olduğu herkes tarafından biliniyor. ABD’nin tehlikeli bulduğu her Müslüman, Şara yönetiminin desteğiyle hedef alınarak vurulacak ve bu operasyonlar uzun süredir zaten yapılmaktadır. ABD’nin Şam’a üs kurması, Yahudi varlığı ile normalleşme anlaşması ve başka daha birçok kirli plan hayata geçirilmek için sırasını beklemektedir.
Emevi Camii’nin minberinden Suriye halkına seslenen ve “ben Allah’a itaat ettiğim sürece siz de bana itaat edin.” diyen Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya şunu sormayacak mıyız? Allah’ın hükümleri Suriye Arap Cumhuriyeti’nin neresinde var? Kâfirleri veli edinmenin, onların fikrî, siyasi ve askerî yapıları altına girmenin helal olduğu Allah’ın hangi ayetinde yazıyor, Rasulullah’ın hangi sünnetinde bunların yeri var? Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmek zulüm değil midir? İslami devrimi laik bir Arap cumhuriyetine dönüştürmek emanete ihanet değil midir? En zor zamanlarda dahi çözüm kapılarını açan yüce İslam’ın ferasetini terk edip dar ve menfaatçi bir siyaset izlemek zillet değil midir? Tüm bunları “Suriye’nin istikrarı” için yaptığınızı söylüyorsunuz. Bugün kâfirlerle yaptığınız her ortak iş, yarın sizin için bir şantaj ve tehdit malzemesi olacak; bu ülkeyi ve halkı onlara daha fazla bağımlı hâle getirecektir.
Devrim, bir ideolojiyi ve sistemi başka bir ideoloji ve sistemle değiştirmektir; birini diğerine üstün kılmaktır. Gerçek devrim, bir adamı devirmek değil, içeride ve dışarıda ilişkileri belirleyen fikirleri ve nizamları değiştirmektir. Bu yönüyle yeryüzünün en büyük devrimi, Rasulullah (sav)’in liderliğinde gerçekleşen İslam devrimidir ve onun devletidir. Dolayısıyla Suriye devrimi henüz bitmemiştir. İslam’ın devletinin kurulması, Yahudi varlığına cihad ilan edilerek Gazze, Filistin ve bölgedeki tüm Müslümanlarla birleşerek tamamlanmayı beklemektedir. Biz bu konuda hakkı söylemeye hakkın hakim olması için çaba göstermeye İslam’ın çözümleri sunmaya devam edeceğiz. Suriye halkı bu iman ve iradeye sahiptir ve Allah’ın izniyle o günler uzak değildir.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
09 Aralık 2025
#hizbut tahrir türkiye#gündem değerlendirme#gazze'de ateşkes#gazze'de ateş sönmüyor#kelimei tevhid bayrağı hazımsızlığı#suriye devrimi#suriye devrimi bitmedi
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!