HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Halkı Depremin Yol Açabileceği Zararlardan Kim Koruyacak

Depremler, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kudretinde olan doğal afetlerdendir. Kimse bu afetlerin önüne geçemez. Lakin bunun anlamı hazırlık yapmamak, oturup beklemek değildir. Bilakis depreme dayanıklı evler yapmak, deprem ile alakalı eğitimler vermek, depreme ve sonrasına hazırlıklı olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana halkına, insanlara değer vermeyi bir türlü öğrenememiş bir devlettir.

Haftalık Gündem Değerlendirme Toplantısı

HALKI DEPREMİN YOL AÇABİLECEĞİ ZARARLARDAN KİM KORUYACAK?

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da art arda yaşanan deprem sebebiyle başta İstanbul halkına olmak üzere tüm Türkiye’ye geçmiş olsun diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Allah bizleri afetlerden, depremlerden korusun, acı ve kederlerimizi hafifletsin. Ayrıca adına “gönül belediyeciliği” ya da “derman belediyeciliği” denilen ve kamu arazilerini rant alanına çeviren anlayışlardan da Rabbimiz bizi kurtarsın.

Hepimiz biliyoruz ki Marmara bir deprem bölgesi. Sadece geçtiğimiz hafta 1,5 ila 5,8 şiddeti arasında değişen onlarca deprem yaşandı. Özellikle 5,8’lik depremin ardından iletişim altyapısı tümden çöktü. İnsanlar yakınlarına ulaşamadılar. Halka fahiş fiyatlarla iletişim hizmeti satan ve zenginliklerine zenginlik katan kapitalist GSM operatörleri sistemlerinin tamamen çökmesine aşırı yığılmayı bahane gösterdiler. Özellikle nüfusun yoğun olduğu yerlerde toplanma alanları yetersiz kaldı. Hâlâ binlerce riskli alan ve binalarda insanlarımız yaşam sürüyor. Yapılan son açıklamalara göre 29 okulda risk olduğu için eğitime bir süre ara verildi. Verilen süre bitince risk ortadan kalkacak mı o da ayrı bir facia.

17 Ağustos 1999’da yaşanan iki büyük depremden sonra İstanbul’da “Kentsel Dönüşüm” adı altında bir proje başlatıldı biliyorsunuz… Peki, ne oldu? Bu proje deprem riskinin azalmasına hizmet etti mi? Hayır! Tam tersine rant ve çıkarcı amaçlara hizmet etti. Kentsel dönüşüm projelerinin şehirlerin deprem riski fazla olan bölgelerinde değil de emlak değeri fazla olan semtlerde yoğunlaşmış olması bunun en açık göstergesidir. AK Parti iktidarı ve belediyelerin 1999’da Marmara ve 2011’de Van’da yaşanan büyük depremlerden hiç ibret almadığı ortada. O günden bugüne hiçbir önlemin alınmadığına şahit oluyoruz. Sorumlular bugün “deprem için ne gibi önlemler aldınız?” sorusuna yara sarma faaliyetlerini anlatarak cevap veriyorlar. Asıl “yara almamak için ne yaptınız?” diye sormak gerek… Hiçbir şey!

Depremler, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kudretinde olan doğal afetlerdendir. Kimse bu afetlerin önüne geçemez. Lakin bunun anlamı hazırlık yapmamak, oturup beklemek değildir. Bilakis depreme dayanıklı evler yapmak, deprem ile alakalı eğitimler vermek, depreme ve sonrasına hazırlıklı olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana halkına, insanlara değer vermeyi bir türlü öğrenememiş bir devlettir. Bu zihniyetle bundan sonra da değer vermesini beklemek nafile. Bir dönem Cumhuriyetin laik elitleri halkı ezdi ve hor gördü, bir dönem kapitalist demokratlar halkın sırtından beslenip durdu. Her dönemin bir mutlu azınlığı oldu. Seçim zamanları hariç hiçbir gün halkın sofrasına oturulmadı. Sözde halkı gözetmek için çıkartılan kanunlar ile o mutlu azınlık servetlerine servet kattı.

Halkı depremin yol açabileceği zararlardan kim koruyacak peki? Önce halkını düşünen bir iktidar koruyabilir. Depreme ve doğal afetlere karşı insan odaklı projeler ortaya koyan yönetimler koruyabilir. Böylesi projelerin hayata geçmesi ise ancak doğru sistem ve ideal devlet ile gerçekleşebilir. Bu ideal devlet, fert fert herkesin yeme, içme, barınma, eğitim ve sağlıkla birlikte, mal ve can güvenliğini de garanti altına alan devlettir. Bu doğru sistem mevcut kokuşmuş kapitalist sistem asla değildir. O sistem âlemlerin Rabbinden gelen İslâm nizamıdır. İslâm nizamını tatbik edecek olan ideal devlet ise Râşidî Hilâfet Devleti’dir. İşte halkımız ancak onunla kendisini tam olarak güvende ve mutlu hissedebilir.

MECLİSTE MESAİ BAŞLADI

Aylık 22.400 TL yani yaklaşık asgari ücretle çalışan 10 işçi kadar maaş alan vekiller halkın güven ve mutluluğunu hiç hissedebilirler mi? Mecliste zamanlarını en çok uyku ve kavga ile geçiren, kalan zamanda da tatil yapan vekiller halkın yaşantısına ortak olabilirler mi? Uzunca bir tatilden sonra meclis açıldı. Hiç düşündünüz mü bu vekiller mecliste söz dalaşı yapmak, yandaşlarının iş takibini yürütmekten başka ne iş yaparlar? Sizi temsil etmesi için meclise gönderdiğiniz bu insanları tanıyor musunuz? İsimlerini biliyor musunuz? Kaçı sizi ziyarete geldi? Kaçı sizin dertlerinizi dinledi? Kaçı sizin için mecliste çözüm geliştirdi?  Bu vekiller sizin değilse kimin vekilleri söyler misiniz?

Peki ya çözüm olarak meclisten çıkarılan yasa ve kabul edilen kanunlar… Hiç düşündünüz mü? Bunlar, Allah’ı razı edecek yasa ve kanunlar mı? Yoksa şeytan ve avenelerini memnun eden yasa ve kanunlar mı?

Buradan yeni yasama dönemine giren vekillere sesleniyorum: İş takipçiliğini bırakın! Halkın size tevdi ettiği görevi halkın asli menfaatlerini gözeterek yerine getirin. Allah’ın egemenliğine aykırı kanunlar ihdas etmekten vazgeçin! Allah’tan korkun! Sizi seçip meclise gönderen bu halk için cennet kapılarını aralayacak kanunlar için el kaldırın! Allah’tan korkun ve O’nun azabının şiddetli olduğunu sakın unutmayın! Demokrasinin pis bir yalan olduğunu, demokrasinin sömürgeci kâfirlerin sömürü aracı olduğunu, bundan başka hiçbir işe yaramadığını aklınızdan çıkarmayın. Ümmetin kanını emen sömürgeci kâfirler ile her türlü iş birliğini ve çıkar dostluğunu derhal sonlandırın! Amerika ve İngiltere’nin fitne ve terör yuvası olan elçilik binalarına kilit vurun. O terör elebaşı elçileri derhal kovun. Müslümanları öldüren katil uçakların kalktığı Amerikan askerî üslerini kapatın!

İslâm’a göre kamu mülkiyetinden sayılan, halka ait olan madenleri bir avuç zengin azınlığa peşkeş çeken ruhsatları iptal edin. Kötülüklerin anası konumundaki içkinin üretilmesini, satılmasını ve içilmesini yasaklayın! Borsa, faiz, tahvil gibi gayri İslâmi kapitalist iktisadi işlemleri derhal kaldırın. Kişiliksiz, kimliksiz, hedefsiz bir nesil yetiştiren laik eğitim sistemini değiştirin ve İslâmi eğitim sistemine geçin. Sonra da ellerinizi semaya açın ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan bağışlanma dileyin! Bizim Rabbimiz Rahman ve Rahim’dir! O samimiyetle edilmiş tövbeleri kabul eder. O hesapsız rızık veren ve her şeye gücü yetendir! Sizin mecliste yapacağınız tek doğru şey o kürsüden laik demokratik bu sistemin tüm kötülüklerini ifşa etmektir. Kurtuluşun, izzet ve şerefin, adalet ve refahın, insanca bir yaşamın İslâm’da olduğunu, Hilâfet’te olduğunu haykırmaktır. Eğer bunu yaparsanız işte o zaman Müslüman halkın gerçek temsilcisi ve vekili olabilirsiniz. Yoksa dünyanız rüsva, ahiretiniz de hüsran olacaktır. 

SİGARA YASAĞI İLE AMAÇ HALK SAĞLIĞINI KORUMAK DEĞİLDİR!

Geçtiğimiz hafta yürürlüğe giren bir yasa ile artık özel araçlarda sigara içenlere trafik cezası kesilmeye başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla, 81 ilde uygulamaya geçilen yasa gereğince, özel araçlarda sigara içenlere 153 TL para cezası kesilecek. Bu yasa, sadece sürücüleri değil araçtaki diğer yolcuları da kapsıyor. Uygulamanın ilk gününde 5.063 araca ceza kesildiği duyuruldu.

Sigaranın sağlığa zararını tartışmıyoruz. Sigara sağlığa zararlı mı, değil mi diye bir tartışmaya da girmiyoruz çünkü bu anlamsızdır. Lakin alınan bu kararda asıl amaç halk sağlığını korumak falan değildir. Eğer öyle olsaydı sağlığa zararlı olan ve ağır vergilendirilen sigaranın satışları yasaklanırdı. Mesela GDO’lu bazı ürünler ya da ağır oranda kanserojen madde içeren ürünler, okul kantinlerinde “Okul Gıdası” etiketi ile satılıyor. Bu çelişki değil midir? İçinde birçok kimyasal unsur bulunan sağlıksız içecekler, televizyon reklamları ile hakla pazarlanıyor. Bu çelişki değil midir? Aynı şekilde hem insan sağlığına zararlı olan hem de trafik kazalarının başlıca en büyük sebeplerinden biri olan alkol bugün devlet onayı ile satılıyor. Bu nedir peki? Hem de haram olduğu tartışmasız açıkken bu yapılıyor. Ama alkolün, uyuşturucu maddelerin haram olmasının yöneticileri ilgilendiren bir tarafı yok maalesef.

Onlar, yani yöneticiler içki fabrikası kurmak, içkiyi finanse etmek ve Türkiye genelinde yaklaşık 200 bin mekâna içki satışı için ruhsat vermekle övünüyorlar. Hatta belirli promil sınırı aşmamak kaydıyla alkollü araba kullanılmasına da izin veriliyor. Bu çelişki değil midir? İşte tüm bunlar göstermektedir ki, alınan sigara yasağı kararı ne sağlıkla ne de can ve mal güvenliğiyle ilgili değildir. Tek amaç, sıkışan ekonomiyi rahatlatmak için gerekli nakit parayı halkın cebinden çalmaktır.

Bilindiği gibi ekonomi her geçen gün kötüye gitmektedir. Yapılan tüm müdahaleler sonuç vermemektedir. Devlet ise fonlarda biriken paraları, banka finansmanlarını güçlendirmek ve iflasın eşiğinde olan şirketleri kurtarmak için kullanıyor. Büyük şirketlerin vergi borcu siliniyor, futbol kulüplerine para yardımları yapılıyor, oluşan açığı ise vatandaştan alınan vergiler ve kesilen cezalar kapatıyor. Daha bir gün önce Maliye Bakanı Berat Albayrak, bankaların faiz indirimini “Ekonomideki her iyileşmeyi vatandaşlarımıza yansıtmaya devam ediyoruz” dedi ve “faiz indirimi hayırlı olsun” diye de “müjdesini” duyurdu. Bugün ne oldu peki? Elektriğe %14,9 zam yapıldı. Ekonomideki durumu gördüğünüz gibi vatandaşa direk zam ile yansıtıyorlar. Bunların Allah’tan korkusu olmadığı gibi kuldan utanması da kalmamış. Yani daha başka ne denebilir bilmiyorum.

GÜVENLİ BÖLGE NEYİ AMAÇLIYOR?

Malum, uzun zamandır Cumhurbaşkanı Erdoğan Fırat’ın doğusuna yönelik yapılacak bir operasyondan bahsediyor. Neredeyse 3 senedir “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganıyla YPG ve PYD’ye mesaj gönderip seçim meydanlarını coşturuyor. Söylemlerle bakılınca Türkiye ile ABD her an bir savaşa girecekmiş gibi duruyor. Eylemlere geçilince ABD’nin rotasından bir milim çıkılmıyor. Aslında Fırat’ın doğusuna operasyon, başından beri mültecileri sınır dışında tutabilmek için yazılıp çizilen bir planı kapsıyor. Aynı zamanda güvenli bölge planı ile İdlib’in Suriye rejimine teslim edilmesi amaçlanıyor. İktidar, Türkiye’de yükselen ırkçı söylemleri bastırabilmek için muhacirleri, Rusya ve İran’ın baskılarını hafifletmek için ise İdlib halkını bu güvenli bölgeye mahkûm etmeyi amaçlıyor. Yani amaç, Türkiye’deki muhacirleri Suriye’ye teslim etmek ve İdlib’i rejime teslim etmek için ise İdlib halkını güvenli bölgeye nakletmektir.

Ya muhalefet partisi CHP yeni gerçekleştirdiği Suriye Konferansı’nda ne diyor? O da iktidar ile aynı şeyleri söylüyor. Terörle mücadelede işbirliği diyor. Peki, hangi terör? Tırnak içinde “İslâmi terör”! Teröristler kim? Devrimciler ve rejime direnen İdlib halkı! Aynı terörle mücadele vurgusunu 16 Eylül’de Çankaya’da gerçekleştirilen zirvede Türkiye adına Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmadı mı? Yaptı. CHP Türkiye’nin Suriye rejimi ile ilişki kurması gerektiğini söylüyor. Üçlü zirvede Erdoğan’ın yanında oturan Ruhani de aynı vurguyu yapmadı mı? Peki, Cumhurbaşkanı ne cevap verdi? Hiç…

CHP, “Yeni Suriye Anayasası’nın hayata geçirilmesi için Komitenin çalışmalara başlaması lazım” diyor. İktidar da aynı şeylere vurgu yapıyor, farklı hiçbir bir şey söylemiyor. Farklı olan sadece yüzler. Onun için biz iktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diyoruz ki: Yapmayın! Tarihe “ihanet” olarak yazılacak işlere ortak olmayın! Kirli anlaşmalara imza atmayın! İdlib’de başlayacak katliamdan canını kurtarmak isteyenlerin oluşturacağı göç dalgasını sınır dışında tutmak için “Güvenli Bölgeyi” kurmak istediğinizi biliyoruz. Siz, İdlib’de olacakları çok iyi biliyorsunuz. Putin’in yapacaklarını ve Esed’in amacını da biliyorsunuz. Siz, ortaklarınız Ruhani ve Putin ile son dönemin en azgın katili ve zalimini tekrar ayağa kaldırmak istediğinizin farkında değil misiniz? CHP, düzenlediği Suriye Konferansı’nda sizin kulağınıza Esed ile görüşmeyi fısıldıyor. Ama biz biliyoruz ki Türkiye, Rejim ile başka kanallar üzerinden görüşüyor. Biliyoruz ki Türkiye, Rejim ile iletişimi hiç koparmadı. Allah’tan korkun! Yaptıklarınız sayesinde Esed güvende, PYD/PKK güvende, Yahudi varlığı işgalci “İsrail” güvende… Güvende olmayan yalnızca Müslüman Suriye halkı! Güvende olmayan sadece ülkemize sığınan mazlum muhacirler! Onlar zalim rejime meydan okudular, diktatörlük düzeninin yıkılmasını istediler. Bunun için “terörist” ilan edildiler. Nasihat edip uyarıyoruz: Allah’tan korkun! Zalimlere meyletmeyin yoksa ateş size de dokunur!

MÜSLÜMANLARIN MESELELERİ BM’DE YAPILAN HAMASİ KONUŞMALARLA ÇÖZÜME KAVUŞMAZ!

Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısında bir konuşma yaptı. Konuşmasında Filistin, Suriye, Mısır, Keşmir ve diğer İslâm beldelerinde Müslümanların yaşadığı sorunlar hakkında değerlendirmelerde bulundu. Ayrıca son yıllarda sürekli dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” sloganını bir kez daha tekrarladı. Ana akım medya bunu “tarihî konuşma” olarak nitelese de aslında Cumhurbaşkanı, önceki BM sunumlarından farklı bir şey yapmadı. Çünkü konuşma, gerçekler ve icraatlarla çelişen, hamasi cümlelerden kuruluydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan gelir adaletsizliğinden bahsederken, zengin-fakir arasındaki uçurumda Türkiye’nin dünyada başı çeken ilk 4 ülkeden biri olmasını ıskaladı. Adalet ve ahlaktan bahsederken, İslâmi hayat isteyen Müslümanların yargı zulmüne maruz kalmasına kör ve sağır kaldı.

İstanbul Sözleşmesi ve AB uyum yasalarından kaynaklı ahlaksızlıkların toplumu kuşatmasına yasa ve kanuni düzenlemeler ile zemin hazırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurul konuşmasında Yahudi varlığının “sınırları neresi?” dedi ama daha önceki başka bir konuşmasında da “‘İsrail’e ihtiyacımız var” dedi. Yahudi varlığı ile son 5 yılın en yüksek ticaret hacmi rekorunu kırdı. Mavi Marmara davasını düşürüp Müslümanların kanlarını ve mübarek toprakları az bir bedel karşılığında hiçe saydı. Cumhurbaşkanı, Mısır halkına zulmeden darbeci Sisi’nin bulunduğu masaya oturmazken, Sisi’ye “benim favori diktatörüm” diyen kâfir Trump ile masaya oturmak için can attı. Arakan’daki zulümden bahsederken, Çin’den alınan krediler hatırına Doğu Türkistan’daki büyük soykırım ve zulmü görmezlikten geldi. İslâm toprağı Kıbrıs’ın hak ve çıkarlarını korumaktan bahsederken iki devletli çözümü savunarak üstü örtülü de olsa Rum işgalini meşrulaştırmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dünya 5’ten büyüktür!” diyerek BM’yi eleştirirken her konuda da çözümü BM’ye havale eder oldu.

Velhasıl; Müslümanların meseleleri İslâm’a düşmanlık için kurulmuş BM’nin salonlarında yapılan hamasi konuşmalarla çözüme kavuşmaz. Aynı şekilde insanlığın sorunları da boş vaatlerle dünyayı oyalayan Birleşmiş Milletler tarafından çözülemez. Müslümanların ve insanlığın yaşadığı tüm sorunlar sadece âlemlerin Rabbinden gelen İslâm nizamının tatbiki ile çözüme kavuşur. Bunu ise ancak Hilâfet Devleti eliyle râşid bir Halife gerçekleştirebilir. İşte o zaman konuşulanlar tarihî olmayı hak eder! İşte o zaman alınan kararlar ve icraatlar tarihin akışını değiştirir!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
01.10.2019

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.