Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 17 Haziran 2025
Yöneticiler; katliam, ölüm, soykırım ve yıkımla geçen bu 20 ayı; kınamalar, toplantılar, müzakereler, diplomatik temaslar ve Netanyahu’nun bozacağı ateşkesler için yapılan görüşmelerle geçirdiler. Ve bugün geldiğimiz noktada bu 57 ülke ve yöneticileri Gazze için somut hiçbir şey yapmadılar.
"İSRAİL"İN DEMİR KUBBESİ REJİMLERDİR
Haftalık Gündem Değerlendirme Toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Bu hafta toplantımıza yine sıcak gündem ile başlamak istiyorum. Yine Gazze ile başlayacağım. Türkiye’nin iç politikadaki kısır tartışmalarına hiç girmeyeceğim. Kokuşmuş bu sistem içerisindeki siyasi partilerin, toplumun maslahatını gözetmeyen, sorunlara çözüm bulma gayreti içermeyen kısır politikalarından bahsetmeyeceğim. Belediyelerdeki yolsuzluk, rüşvet ve kayırma had safhaya ulaşmışken siyasilerin yaraya neşter vurmak yerine hala daha çıkar hesapları yapmalarına değinmeyeceğim. Ekonomik krizin her geçen gün halkın alım gücünü daha da düşürdüğü bir dönemde, bütçeyi denkleştirmek için milletin sırtına yüklenen cezalara ve vergilere yapılan yüksek zamları konuşmayacağım bu hafta…
Zira halk bu çıkarcı, bu kirli siyasetten, bu kirlenmiş siyasetçilerden umudunu kesmiş durumda. Onların da zaten Müslümanlara ve bu halka verebilecekleri bir şey kalmamış. Büyük bir tükenmişlik yaşıyorlar. Siyasi partilerin grup toplantılarında, iktidarın Bakanlar Kurulu toplantılarında ne konuşulduğunu görüyorsunuz. Gazze 20 aydır yanıyor, bölge ateş çemberi içinde, "İsrail" 7 Ekim ve sonrasında yaşadığı hüsran ve kayıplara rağmen hala saldırganlığına devam ediyor. Amerika Akdeniz’e savaş gemilerini gönderiyor, Trump adeta bu savaşın baronluğunu yapıyor, sağa sola, herkese meydan okuyor. Hülasa koskoca coğrafyamız yangın yerine çevrilmiş ve bir zamanlar bu coğrafyanın tek hâkimi olan Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye, bayramda kara yolları ve köprülerden kaç araç geçmiş, bunun istatistiğini halka anlatıyor. İşte bu sebeple biz, Müslümanların gündeminden Gazze’yi düşürmemek için onu konuşacağız, Gazze’yi konuşacağız. Konuşacağız ki bunların duyarsızlığı ve acizliği ifşa olsun.
7 Ekim’in üzerinden 20 ay geçti. Biz hemen bir gün sonra 8 Ekim 2023’te “Şimdi değilse ne zaman” dedik ve “75 yıllık esaret ve işgale son verin, Aksa Tufanı büyük bir fırsat harekete geçin artık.” dedik. Kimse harekete geçmedi. “Ya Filistin’i kurtarın ya ümmete yol açın” dedik, ne Filistin’i kurtarmak için adım atıldı ne de yollar açıldı. Her geçen gün işgalci "İsrail" katliamlarını ağırlaştırdı, Gazze her gün öldü. Müslümanların başındaki liderler kınadı, konuştu ve miting yaptılar. Meydanlardan “Sen yaşarken Gazze ölmesin, miting değil harekât zamanı” diye haykırdık, kimseye sesimizi dinletemedik. “Müslümanlar birlik olmuyor, sesleri güçlü çıkmıyor, yöneticilere tesir eden, onları rahatsız eden güçlü bir ses çıkmıyor” denildi. Biz çıktık “Gazze için tek ses tek yürek” dedik, “Ordular Aksa’ya” dedik. Onları rahatsız ettik. Değil Orduların Aksa’ya seferber edilmesi, değil Mehmetçiğin Gazze’ye çıkarma yapması, Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze’ye bir ekmek bile sokamadı bu 57 ülke ve yöneticileri… Evet, sadece ordulara, sadece Müslümanlara değil Gazze halkının en temel ihtiyacı olan ekmeğe, suya da duvarlar örüldü. “Duvarlar yıkılsın kapılar açılsın” dedik, Gazze’ye insani yardım girmesi için bile bir şey yapmadılar bu liderler. Biz, “57 lider 1 Halife etmiyor, Filistin Ancak Hilafet ile kurtulur” dedik, kafir Trump çıktı “Gazze’yi turizm şehri yapacağım, Gazze’yi satın alacağım” dedi. Biri de çıkıp demedi ki, bu toprak bizimdir, Müslümanlarındır, sen kimin toprağını kimden alıyorsun! Evet demediler.
Bu yöneticiler; katliam, ölüm, soykırım ve yıkımla geçen bu 20 ayı; kınamalar, toplantılar, müzakereler, diplomatik temaslar ve Netanyahu’nun bozacağı ateşkesler için yapılan görüşmelerle geçirdiler. Ve bugün geldiğimiz noktada bu 57 ülke ve yöneticileri Gazze için somut hiçbir şey yapmadılar. Özellikle altını çizerek söylüyorum evet, Türkiye dahil bu 57 ülke Gazze için somut hiçbir şey yapmadı. Çünkü İsrail, kafir ABD ve Batı’yı arkasına alarak Gazze’de açık bir savaş veriyor, bu ülkelerden bir tanesi bile bu savaşın karşı tarafı olmadılar. "İsrail"e bir kurşun bile sıkmadılar.
Ve Müslümanlar bu gerçeği gördü, “ben Gazze için ne yapabilirim” diyerek, Gazze’ye bir lokma ekmek bir yudum su girsin diyerek Refah Sınır Kapısı’na yürüdüler. Fas, Tunus, Cezayir, Libya ve başka beldelerden kara yoluyla Türkiye ve başka diğer beldelerden hava yoluyla Refah kapısının açılması için yola çıktılar. Libya’da Amerika’nın ajanı Hafter güçleri Mısır’da Trump’ın favori diktatörü Sisi’nin baltacıları Müslümanların önünü kesti. Müslümanları gözaltına aldılar, işkence ettiler, zulmettiler ve de port ettiler. Allah onları kahretsin, Allah kafirlere uşaklık eden, İsrail’e korumacılık yapan bu liderleri ve rejimleri yerle yeksan etsin.
Müslümanlar 20 aydır meydanlarda, Gazze ile yatıp Gazze ile kalkıyorlar, bu ümmet 100 yıldır zafere hasret yaşıyor ve bu ümmet zaferi hak ediyor kıymetli kardeşlerim. Hiç kimse Müslümanlara fatura kesmesin, hiç kimse “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” diyerek yöneticilerin cürümlerinden Müslümanlara hesap sormasın. Bu ümmette hayır var, işte Tunus ve Cezayir’den çıkıp Gazze’ye yardım etmek isteyen konvoyda bunu gördük. Müslümanlar dertliler, Müslümanlar uykusuzlar, Müslümanlar Gazze ve Filistin için ağlıyorlar. Allah, eğer bizden, bu ümmetten hayrı kesmiş olsaydı, Kur'an'ı bizden alır ve başka insanlara verirdi. Allah'ın bu ümmete olan güveninin devam etmesi, bu ümmetin Allah'ın dinine bağlılığının devam etmesi, Allah'ın davasını taşımaya devam etmesi, başlı başına Allah'tan bir şahadettir.
Evet tamda bu sebeple biz zafere layığız, bu ümmet zafere layık. Zafere layık olmayanlar bu ümmetin başındaki yöneticilerdir. Onun için öncelikli olarak şunu söylüyorum; Müslümanlar artık bu yöneticilere zerre kadar güvenmiyorlar. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine hangi İslam beldesine giderseniz gidin Müslümanlara sorun, hepsi başlarındaki bu yöneticilerin gitmesini istiyorlar. İkinci olarak şunu da hatırlatıyorum, ümmette Yahudilere karşı zafer kazanma arzusu çok yüksek durumda. Geçmişte Yahudilere karşı zafer kazanmak sadece camilerde veya evlerde kapalı halkalarda konuşulan bir şeydi. Şimdi bugün Yahudilere karşı zafer kazanmak ve Filistin'i özgürleştirmek Müslümanlar arasında kamuoyu haline geldi ve herkesin arzusu isteği bu oldu.
Bir de şu husus var ki bu çok ama çok önemli; Müslümanlar artık çözüm noktasında da fikir sahibi durumdalar. Yıllarca İki devletli çözümle, Sykes-Picot sınırlarıyla ve birçok siyasi komployla aldatıldılar. Ancak bugün herhangi bir Müslümanına gidip iki devletli çözümü sorsanız, derhal reddeder. Çünkü bunun kendilerini oyalama taktiği olduğunu biliyorlar artık. Bu, İslam ümmetinin doğru çözümleri bildiğinin ve doğru çözümleri istediğinin açık göstergesidir. İşte tam da bu sebeple Müslümanlar artık "İsrail"i koruyan, Yahudilere dost, ABD ve Batı ile müttefik bu rejimleri devirmek için organize olmaları gerekir. Çünkü rejimler "İsrail"e adeta demir kubbe olmuşlar. Bu rejimler, bu yönetimler devrilmeden Filistin özgürleşemez. Dolayısıyla, Müslümanların zihinlerine yerleştirmesi gereken ilk düşünce ve ilk eylem, bu rejimleri devirmek için organize olmaktır.
Müslümanların diğer önemli görevi, Gazze ve Filistin’i işgalden kurtarıp özgürleştirecek orduları harekete geçmeye zorlamaktır. Bu ordular Müslümanların evlatlarından oluşuyor, bu orduların sahip olduğu silah gücü ümmetin serveti ile temin ediliyor. O halde bu oldular ümmetin bir parçası olması gerekir ve Filistin için harekete geçmeleri gerekir. Bu ordular Yahudilerin sınırlarını korumaya devam etmemelidir. Bu ordular ümmetin serveti ile yapılan silahları hangarlarda çürütmemelidir. Kullanıldığında nelerin olduğunu işte daha yeni İran "İsrail" savaşında gördük. "İsrail"in ne kadar aciz olduğunu, Yahudilerin ne kadar korkak olduğunu gördük evet.
İRAN-İSRAİL SAVAŞI
Yahudi varlığı bir yandan Gazze’de soykırım uygulamaya devam ederken, diğer taraftan yeni bir cephe açarak savaşı İran’a taşıdı. İran ile ABD arasında nükleer müzakereler devam ederken, bu işgalci varlık 13 Haziran sabahı Tahran’a hava saldırısı başlattı. İran rejimi, bu şok edici saldırılarda Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere Devrim Muhafızları komutanını ve neredeyse tüm kuvvet komutanlarını kaybetti. Bu saldırı gösterdi ki Yahudi varlığı, İran rejiminin kalbine kadar sızmayı başarmış. Zira içeriden çok güçlü bir istihbarat desteği olmadan bu kadar komutanın nokta atışıyla öldürülmesi mümkün değil. İran adeta Yahudiler için ajan yurdu hâline gelmiş. Bir devlet için bundan daha büyük bir zaaf, bundan daha büyük bir çürümüşlük olamaz. İran şu anda can havliyle "İsrail"i vuruyor, evet; fakat askerî olarak büyük bir kayıp yaşadıktan sonra bunu yapabildi.
Yahudi varlığı İslam’a ve Müslümanlara savaş ilan etmişken, Filistin’den Lübnan’a, Suriye’den Yemen’e kadar kuduz köpek gibi her yere saldırırken, burada uzun uzun İran rejiminin içine düştüğü zillet hâlini değerlendirecek değiliz. Sadece ibret alınması ve ders çıkarılması adına hayati meseleleri hatırlatmak, bazı önemli noktaların altını çizmek istiyorum. Özellikle sömürgeci kâfirlere güvenmenin devletleri ve halkları ne tür felaketlere sürüklediğini vurgulamak istiyorum.
Birincisi; bu saldırı göz göre göre gelmiştir. Kâfir ABD, nükleer müzakerelerle İran’ı manipüle ederek Yahudi varlığının işini kolaylaştırmıştır. Diğer taraftan bölgedeki üslerini tahliye ederek aslında "İsrail"in saldırısını haber vermiş ve üstü kapalı onayladığını göstermiştir. Buna rağmen İran’ın meseleyi ciddiye almadığı ve hiçbir hazırlık yapmadığı ortaya çıktı. Peki neden? Çünkü İran ABD’ye güvendi. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da ABD’ye yaptığı hizmetlerin kendisini koruyacağını düşündü. Küstah Trump’ın barış ve müzakere yalanlarına aldandı. Ya da tüm bunlara kendisini kandırmak pahasına inanmak istedi. Bugün ortada duran gerçek şu, Trump ve Netanyahu tam bir koordinasyon içinde İran’ı vuruyor.
İkinci nokta şu; Yahudi varlığının saldırısı sadece ABD ve Batı’nın desteğiyle değil, komşu ülkelerin yardımıyla gerçekleşti. Uçaklar, onların hava sahaları üzerinden geçerek, yakıt ikmali yaparak, radar sistemlerinden destek alarak İran’ı vurdular. Hatta Ürdün ve Suud İran füzelerini "İsrail"e ulaşmaması için kendi topraklarından geçerken imha etti. Yani komşuları İran’a ihanet ettiler; tıpkı İran’ın defalarca onlara ihanet ettiği gibi. İşte bu ihanetin sebebi – adına ister mezhepçilik ister milliyetçilik ve vatancılık, ister menfaatçilik denilsin – kâfirlerin fikirlerini benimsemektir. Bu fikirlere göre devlet yönetenler, sömürgecilere yem olmaktan, birbirlerine ve halklarına ihanet etmekten kurtulamazlar. Dün Irak ve Afganistan, bugün Gazze, Yemen, Lübnan, Suriye ve İran... Kâfir düşman, sarı öküzün feda edildiği günden bu yana mezhep ve ırk ayırt etmeksizin ümmeti vuruyor. İbret alınmazsa vurmaya, öldürmeye, köleleştirmeye devam edecek.
Üçüncü noktaya gelince; İran İslam Devrimi, bozuk ve çürük temeller üzerine bina edilmiştir. İslam akidesi, tüm Müslümanları kucaklayan; içerisinden kapsamlı bir hayat nizamı çıkan, ruhi ve siyasi bir akidedir. Ancak İran rejimi, İslam’ı salt bir ırk ve toprak parçasına hasrederek çöküşünün zeminini hazırladı. Sadece kendine Müslüman olmayı seçerek bugünlere kadar geldi ama rolü bittiğinde, menfaatler değiştiğinde ABD tarafından aşağılanmaktan kurtulamadı. Çünkü İslam’ı tatbik edermiş gibi yapanların sonu hezimettir. Doğru bir fikrî bütünlük sağlanamadığı için o toplum darmadağınık olur. Fikirleri gibi kalpleri de parçalanır. Böylece şahsî menfaatler her şeyin önüne geçer. Sonuç olarak düşmanla iş birliği yapmak dahi sıradanlaşır. İşte bugün İran’ın yaşadıkları bundan başka bir şey değildir. Ortada istihbarat zafiyetinden daha çok, ideolojik bir zafiyet söz konusudur.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Rabbimizin Kerim Kitabında buyurduğu gibi, Yahudi ve Hristiyanlar bizim apaçık düşmanımızdır. Bu kâfirler sadece askerî düşmanlarımız değil, aynı zamanda fikrî ve siyasî düşmanlarımızdır. Onlara her zaman bu zaviyeden bakmamız, şer’î bir sorumluluk olduğu gibi hayati bir zorunluluktur. Bizim dostumuz Allah, Rasulü ve müminlerdir. Müslümanlar, kâfirlere karşı tek bir ümmettir. Bugün geldiğimiz nokta, bu ilahî hakikati yaşayan bir ayet gibi bize tekrar göstermiştir.
İran bugün Yahudi varlığına karşılık vererek doğru olanı yapıyor. Fakat bu karşılık asla yeterli değildir. Bütün askerî gücünü kullanarak Yahudi varlığını yok etmeye odaklanmalıdır. Tıpkı Yahudi varlığı gibi, bu savaşı varlık-yokluk meselesi olarak görmelidir. İran Dışişleri Bakanı’nın İslam İş birliği Teşkilatı ülkelerine yaptığı destek ve birleşme çağrısının samimiyetini ispat etmelidir. Allah’a Tevbe ederek İslam ümmetinden af dilemelidir. Tüm Müslümanları “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” bayrağı altında birleştirecek olan, gerçek bir İslam Devleti’nin – Raşidî Hilafet Devleti’nin – kurulması için Müslümanlarla müzakere etmelidir. İşte o zaman ordular birleşecek, Gazze ve Filistin zulümden kurtulacak, Aksa ve ümmet özgürleşecek; Yahudi varlığı haritadan silinecek ve büyük şeytan ABD coğrafyamızdan defolup gidecektir. Aksi halde İran ve diğerleri için değişen bir şey olmayacak tüm yozlaşmış rejimler işleri bittikten sonra tarihin çöplüğüne gömüleceklerdir.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
17 Haziran 2025
#hizbut tahrir türkiye#gündem değerlendirme#gazze#filistin#israil#iran#iran israil savaşı#israil'in saldırıları#öne çıkar#gündem değerlendirme
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!